Necip Fazıl KISAKÜREK'in konuşmalarından bir kesit ile başlamak istiyorum. Üstat diyor ki; 

'' Ayasofya açılmalıdır. Türkün kapanık bahtıyla beraber açılmalıdır.

Ayasofya’yı kapalı tutmak, manada bütün camileri ve cami mefhumunu kapalı tutmaktır. Çünkü onların hepsi birer mekân, Ayasofya ise ruh. Anlattık Ayasofya’yı kapalı tutmak, Yunanlıya Ben yapamıyorum, sen gel de kendi hesabına aç! demekten farksızdır. Aman ya Rabbi, bizim camiden müzeye döndürdüğümüzü, onun müzeden kiliseye çevirmek istediğini açıkça görüyoruz da, ana yurt içindeki mukaddesat sembolünü nasıl asli heyetine getiremiyoruz! Ayasofya’nın manasını, Yunanlı kadar olsun idrak edemiyoruz. O bizim müze yaptığımızı müze halinde istemiyor. Biz de ona ters cami yapalım demiyoruz, elimizde camiyken Dünyanın en korkunç hikmet noktası burası Bu meselede Yunanlıya olsun uymayı, Yunanlıdan ders alarak ona karşı durmayı anlayamıyoruz.

Ayasofya’yı kapalı tutmak, Birleşmiş Milletlerde Afrika’nın yamyam ülkelerine kadar aleyhimizde rey verdirip, kendileri güya müstenkif görünen Batılılara Artık benim hayat hakkım kalmadı! Demektir. Zaten tasdik ediyorlar kalmadığını hayat hakkının Bu kadarını olsun kestiremiyoruz.

Ayasofya’yı kapalı tutmak, Allaha sövmeye, Kurana tükürmeye, Türk tarihini kubura atmaya, Türk iffetini kirletmeye, Türk vatanını esir etmeye denk bir suçtur. Niçin bu yakıcı, kavurucu, kül edici gerçeği ortaya dökemiyoruz. ''

Üstat yıllar önce dile getirmiş bütün gerçekleri...

         Danıştay, 2 Temmuz'da, Ayasofya'yı müzeye dönüştüren 1934 tarihli kararla ilgili iptal istemini ele aldı ve 10 Temmuz'da da kararını açıkladı. Danıştay, söz konusu kararı iptal etti. Bu kararın ardından Ayasofya'yı Diyanet İşleri Başkanlığı'na devrederek, 24 Temmuz Cuma günü Müslümanlar için ibadete açılacağı açıklandı.

         Ayasofya, 1204 yılına kadar çeşitli depremler ve yangınlar atlattı, defalarca yeniden inşa edildi. 1204 yılında doğuya sefere giden Haçlıların eline geçen kilise, bu tarihten 1261'e kadar Roma Katolik Kilisesi'ne çevrildi. 1261'de Bizanslıların İstanbul'un hakimiyetini yeniden ele geçirmeleriyle birlikte Ayasofya yeniden Ortodoks Kilisesi olarak kullanılmaya başladı.

         29 Mayıs 1453'te, Osmanlı padişahı Fatih Sultan Mehmet Han İstanbul'u aldığında, Ayasofya Bizanslıların elinde idi... İstanbul'un Osmanlı Devleti'nin eline geçmesinden sonraki birkaç gün boyunca Ortodoks Kilisesi mensupları Ayasofya'da ibadete devam etti.

         1 Haziran 1453'te İstanbul'daki ilk Cuma namazını burada kılan Fatih Sultan Mehmet Han, Ayasofya'nın Osmanlı yönetimi altında cami olarak hizmet vereceğini duyurdu. Mihrap ve minber yapıldı, çan ve Haç kaldırıldı. Mozaiklerin üstü kapatıldı.

         Fatih Sultan Mehmet İstanbul'u fethettikten sonra Ayasofya'nın ismini değiştirmeden, kılıç hakkı olarak gördü ve restorasyon çalışmalarıyla, bu güne kadar gelmesine destek sağlamış olarak camiye çevrilmesini sağladı.

         Fetihten hemen sonra yapı güçlendirilerek en iyi şekilde korunmuş ve Osmanlı Dönemi ilaveleri ile birlikte cami olarak varlığını sürdürdü.

İstanbul, Fatih Sultan Mehmet Han tarafından fethedildi. Bunun gereği olarak da fethedilen topraklarda bulunan en büyük mabedi camiiye çevirmek gerekmektedir. Bu savaş hukukunun geleneklerindendir. Bu fethedilen yerin mülkiyetinin artık kendine geçtiğini göstermenin ayrı bir şeklidir.

Fatih İstanbul' u fethettiğinde önüne gelen bütün kiliseleri camiye çevirmiş bir kişi değildir. Fethin sembolü olarak, girilen şehre Savaş hukuku geleneklerinde şehri ele geçiren orada ki en büyük ibadethaneleri kendi ibadethanesine çevirir. Fatih Sultan sadece fethin sembolü olarak Ayasofya'yı camii yapmıştır. Ve burada ki orijinal yapıya karışmamış sadece namaz kılınması açısından suretlerin üzerini kapatmıştır.

Biz Önüne gelen kiliseyi camiye çeviren bir toplum hiç bir zaman olmadık...

         1481'de ilk minaresi inşa edildi. Fatih Sultan Mehmet'ten sonra tahta geçen Sultan İkinci Bayezid zamanında bir minare daha dikildi. 1509'daki büyük İstanbul depreminde ilk yapılan minare yıkıldı, yerine tuğladan bir minare yapıldı. Diğer iki minare de Sultan İkinci Selim zamanında, Mimar Sinan tarafından yenileme çalışmaları sırasında inşa edildi. Bu sebeple Ayasofya'nın farklı zamanlarda yapılan 4 minaresi birbirinden farklı. İkinci Selim'in türbesi Ayasofya içindeki ilk padişah türbesi oldu. Ayasofya'da, içinde padişahların, eşlerinin ve şehzadelerin de yer aldığı 43 farklı türbe bulunuyor. 1739'da camiye medrese, kütüphane ve aşevi de eklendi. 1847-1849 arasında yenilenme çalışmaları sırasında kapalı kalan Ayasofya, cami olarak son kez 1849'da açıldı.

         1923'te cumhuriyetin ilanından sonra cami olarak kullanılmaya devam etse de, Ayasofya 1931'de kapatıldı. 1931'de Amerika Bizans Enstitüsü'nün kurucusu Amerikalı arkeolog Thomas Whittemore, Ayasofya'daki mozaiklerin tekrar ortaya çıkarılması için Türkiye'deki yeni yönetimden izin istedi. Mustafa Kemal Atatürk'ün verdiği izin sonrası başlayan çalışmalar 15 yıl sürdü ve 1947'de tamamlandı.

         Çalışmalara başladıktan bir süre sonra, hâlihazırda kapatılmış olan Ayasofya'nın, 24 Kasım 1934'teki Bakanlar Kurulu kararıyla müze olarak yeniden açılmasına karar verildi. Burada tartışılan Atatürk' ün  karar da bulunan imzasının kendisine ait olup olmadığı konusu...

         Ayasofya, 1 Şubat 1935'te müze olarak ziyaretçilere açıldı. Müze aynı zamanda UNESCO Dünya Mirası listesinde.

     Ayasofya'ya bilet alarak değil abdest alarak girme vaktimiz gelmiştir.

         Ayasofya, İstanbul’un önem bakımından ilk sıradaki camiidir ; fethin sembolü ve daha da önemlisi “kılıç hakkı” dır! Sultanahmed yahut başka bir cami istediği kadar tarihî ve güzel olsun, bu yüzden Ayasofya ile mukayese edilemez!

         Bütün dinler için önem atfediyormuş ve camii olması diğer dinlere karşı hoş görüsüzlükmüş.. Komşularımız ile aramız sebepsizce açılacakmış.

         Ecdat, yıllar önce gerek canı ile gerek malı ile savaşarak almış olduğu İstanbul'un tapusu bizdedir. Tarih şahittir ki diğer  dinler en çok İslami anlayışın hakim olduğu coğrafyalar da hoş görü ile karşılanmıştır. Ayrıca bugün Ayasofya' yı basite alan İstanbul'u basite almış olur. 1453 'te Fatih'in İstanbul'u alması ne demek ise bugün Ayasofya'nın Camii olması da o demektir. 86 yıldır zulüm altında kalan manevi değerimiz, bilakis çok çok daha önceden açılmalıydı...

Hoşgörüsüzlük meselesine gelince, Ayasofya'nın Ayasofya Camii olmasının neresi hoşgörüsüzlük!

Orta da bir hoşgörüsüzlük var ise ahıra çevrilen ibadethanelerimizi - camiilerimizi hatırlamanızı tavsiye ederim.  Müslümanlar kadar zulüm altında kalmış bir inanış daha yoktur...

Tarihinize bakın, inancınıza sarılın ve azimle çalışmaktan asla vazgeçmeyin... 

Üstat Necip Fazıl ile bitirelim cümlelerimizi.

'' Gençler! Bugün mü, yarın mı, bilemem!

Fakat Ayasofya açılacak!.. Türk'ün bu vatanda kalıp kalmayacağından şüphesi olanlar, Ayasofya'nın da açılıp açılmayacağından şüphe edebilirler.

Ayasofya açılacak... Hem de öylesine açılacak ki, kaybedilen bütün mânalar, zincire vurulmuş masumlar gibi onun içinden fırlayacak!.. Öylesine açılacak ki, bu millete iyilik ve kötülük etmişlerin dosyaları da onun mahzenlerinde ele geçecek...

Ayasofya açılacak! ... Bütün değer ölçülerini, tarih hükümlerini, dünyalar arası mahsup sırlarını, her iş ve her şey hakkındaki gerçek miyarları çerçeveleyici bir kitap gibi açılacak...

Ayasofya'yı, artık önüne geçilmez bu sel açacak...

Bekleyin gençler!.. Biraz daha rahmet yağsın... Sel yakındır.''

Tarih 24.07.2020 ve Ayasofya Camii, açıldı. Ve Ayasofya’dan dünyaya mesajlar yağıyor…  Yeni Bir Dünya, Yeni bir Türkiye ‘nin vakti gelmiştir.  Mescid-i Aksa sıra sana da gelecek, bu Hakk’ın vaat ettiği bir gerçektir. Kaçınılamaz…