Tüm dünyayı saran bir salgının milyonlarca insanın hayatını alt üst ettiği olağanüstü bir dönemden geçiyoruz. Pek çok ülke dar gelirli yurttaşlarını ve ücretli kesimleri pandemiden korumak için mecburen kısmen de olsa sosyal devlet politikalarını hayata geçirmeye, bunun için bütçelerinin önemli bir bölümünü kullanmaya devam ediyor. Ülkemizde ise kontrolsüz, plansız, koşar adım geçilen “NORMALLEŞME” sürecinde dar gelirliler, yaşamını emeği ile alın teri ile kazanan milyonlar yine yok sayılıyor.

NORMAL OLMAYAN BİR TABLO İLE KARŞI KARŞIYAYIZ

Artık kimsenin inanmadığı TÜİK rakamları ile ne kadar perdelenmeye çalışılsa da işsizlik ve hayat pahalılığı rekor üstüne rekor kırmaya devam ediyor.

Vatandaşları salgından korumak için açıldığı söylenen ekonomi paketlerinde aslan payı sermayeye ayrılıyor.

Vergi, prim ertelemesi, kredi desteği ile “istikrar kalkanı” paketinin yüzde 80’ni kapan patronların “neşesi yerine” getiriliyor. Buna karşın 5 milyon yoksul aileye verilen sadece bin TL’lik ‘sosyal yardımı’ bile lütuf gibi gösteriyor.

Pek çok ülkenin aksine ne elektrik, ne su, ne de doğalgaz faturalarının tahsilatından vazgeçilmemiştir. Üstelik 15 günlüğüne ertelenen faturalar “ortalama tüketim” oyunu ve örtülü zamlarla şişirilmiştir.

Geçmediğimiz otoyolların, köprülerin, tünellerin mütehhaitelerine halkın cebinden verilen hazine garantileri sokağa çıkma kısıtlamalarının olduğu günlerde bile devam ettirilmiştir. Kamu emekçileri olarak bizler de yoksulluk ve sefaletten payımıza düşeni fazlası ile alıyoruz!

Maaşlarımız eriyor, yoksulluğumuz artıyor. 2012 yılı Haziran ayından bugüne açlık sınırı yüzde 155, yoksulluk sınırı yüzde 154 artarken bizim maaşlarımız ortalama sadece yüzde 117 artmıştır. Son sekiz yılda maaşlarımız dolar karşısında ortalama yüzde 42 değer kaybetmiştir. Ortalama kamu emekçisi maaşı ile alınan çeyrek altın sayısı 6 adet, gram altın sayısı ise 10 adet azalmıştır. Tüm bunlar yetmezmiş gibi can derdine düştüğümüz pandemi süreci emeği hedef alan yeni saldırıların fırsatı haline getiriliyor.

Kıdem tazminatının ve buna bağlı olarak bizlerin kamusal emeklilik hakkının ortadan kaldırılması, salgın koşullarında mecburen başvurulan uzaktan çalışma, esnek çalışma gibi güvencesiz istihdam biçimlerinin kalıcı hale getirilmesi hedefleniyor. Dünyada yüz binlerce insanın yaşamına mal olan salgın koşullarında bile atılan her adımda sermayenin, patronların çıkarlarının temel alınması normal değildir.

Pandemi ile birlikte derinleşen kriz koşullarında milyonlarca insanın hayatlarını tehdit eden salgın ile ekmek parası arasına sıkıştırılması normal değidir.

EMEKTEN, HALKTAN YANA GERÇEK BİR NORMALLEŞME İÇİN…  

Pandemi ile birlikte derinleşen kriz koşullarında NORMAL OLAN; Dünyanın pek çok ülkesinde olduğu gibi devam eden olağanüstü koşullardan en çok etkilenen kesimleri koruyucu sosyal devlet politikalarının hızlı bir şekilde hayata geçirilmesidir. Bunun da yolu dar gelirli, yoksul, ücretli kesimlerin yurttaşlık haklarını koruyacak, gelirlerinin insanca bir yaşam seviyesine yükseltilmesini sağlayacak ek bir bütçeden geçmektedir. Söz konusu ek bütçede kamu hizmetlerine, kamu yatırımlarına ayrılan pay mutlaka arttırılmalıdır. Çünkü devam eden pandemi süreci başta sağlık olmak üzere kamu hizmetlerinin ve bu hizmetlerde yeterli sayıda kadrolu personel istihdam edilmesinin ne kadar hayati olduğunu bir kez daha ispatlamıştır.

Tüm dünya kamusal hizmetlerin piyasaya açılmasını, özelleştirilmesini, tamamıyla tasfiye edilmesini savunan neo liberalizmin iflasına tanıklık etmiştir. Nitekim ‘süper güç’ ya da gelişmiş sanayi ülkesi olsa da kamu hizmetlerini tasfiye eden ülkelerin salgından en fazla etkilenen ülkeler olması tesadüf değildir. Ne yazık ki ülkemizde de uzun bir süredir hayata geçirilen neo liberal politikalar kamu hizmetleri alanında ciddi tahribatlar yaratmıştır. Bütçeden kamu hizmetlerine-yatırımlarına ayrılan pay her yıl daha biraz daha azaltılmış, halktan alınan vergiler özel hastanelere, özel okullara teşvik olarak aktarılmıştır.

Halkın cebinden verilen teşviklerle son 15 yılda özel hastanelerin sayısı yüzde 115 artırılırken devlet hastanelerinin sayısındaki artış sadece yüzde 14’te kalmıştır. Üstelik ülkenin en köklü tıp fakülteleri bile bölünmüştür. Sağlık hakkı adım adım sadece parası olanların ulaşabileceği bir hizmete dönüştürülmüştür. Tüm kamu hizmetleri alanında olduğu gibi sağlık emekçileri de onlarca çeşit güvencesiz istihdama bölünmüş, iş yükleri artırılmıştır. İşin garip tarafı tüm bu emek karşıtı neo liberal politikaların altına imza atanlar bugün, aynı politikaların anavatanı olan kimi ülkelerle kıyaslama yaparak, salgından kendi hanelerine yazılacak bir ‘başarı hikayesi’ çıkarmaya çalışmaktadır. Oysa eğer bugün ülke olarak salgın karşısında çok daha olumsuz bir tablo ile karşı karşıya değilsek bunda en büyük pay tüm olumsuz koşullara rağmen insanüstü bir çaba sergileyen sağlık emekçilerine ve yıllardır verdikleri mücadele ile kamu hizmetlerinin tamamen tasfiyesini engelleyenlere aittir.

İçinde Bulunduğumuz Olağanüstü Koşullarda Dar Gelirlilerin, Ücretli Kesimlerin Salgından Korunarak Nefes Almasını ve İnsanca Bir Yaşam Sürmesini Sağlayacak GERÇEK BİR NORMALLEŞME İÇİN: Kamu hizmetlerinin piyasalaştırılmasına ve özelleştirme soygununa son verilmesini, Bütçe hakkımız önündeki engellerin kaldırılmasını, Ülke kaynaklarının kullanılmasında herkese ücretsiz, nitelikli, ulaşılabilir, anadilinde bir kamu hizmeti sağlanmasına öncelik verilmesini, Başta salgın koşullarından en çok etkilenen kadınlara olmak üzere, herkese yaşanabilir bir ücret düzeyinin altında olmamak üzere “temel bir yurttaşlık geliri” sağlanmasını, Bütçede toplumsal cinsiyet eşitliğinin temel alınmasını, Ücretli kesimler olarak bizlerin omuzlarına yıkılan vergi adaletsizliği yükünün hafifletilmesi için; gelir vergisi adaletsizliğine son verilmesini -tüketimden alınan dolaylı vergilerin düşürülmesini-kar, faiz ve servet gelirlerine tanınan ayrıcalıkların kaldırılmasını-asgari ücretin vergi dışı bırakılmasını, Toplumun en zengin yüzde 1’lik kısmının Milli Gelirin yüzde 54’üne el koyduğu, geri kalan yüzde 99’un payına ise Milli Gelirin sadece yüzde 46’sının düştüğü adaletsiz tabloya son verilmesi için belli bir servet düzeyinin üzerindeki zenginlerden servet vergisi alınmasını, Geçsek de geçmesek de, hizmet alsak da almasak da otoyolların, köprülerin, şehir hastanelerinin müteahhitlerine parası bizim cebimizden çıkan hazine garantilerine son verilmesini, Temel tüketim maddelerine son bir yıl içinde yapılan zamların geri alınmasını, söz konusu maddelerden alınan KDV’nin sıfırlanmasını, Yoksulluk sınırı altında geliri olan hanelerin elektrik, doğalgaz, su giderlerinin pandemi tehdidi ortadan kalkıncaya kadar Hazineden karşılanmasını, Ülke kaynaklarının daha fazla silahlanma için değil, barış ve demokrasi için kullanılmasını, Yaşanan hayat pahalılığı karşısında çoktan hükmünü yitirmiş olan 2020-2021 yıllarını kapsayan ‘toplu sözleşme’nin iptal edilmesini, Başta ILO sözleşmeleri olmak üzere uluslararası sözleşmelerle, evrensel sendikal hak ve özgürlüklerle uyumlu, grev hakkı ile tamamlanmış gerçek bir toplu pazarlık sistemine geçilmesini, Yaşamaya devam ettiğimiz mali kayıpların maaşlarımıza yapılacak ek artışlarla telafi edilmesini, maaşlarımızda yapılacak artışlarda yaşanan gerçek hayat pahalılığının-yoksulluk sınırında yaşanan artış oranının temel alınmasını, İş güvencemizi ortadan kaldırmayı hedefleyen her türlü güvencesiz istihdam uygulamasına son verilmesini, herkese güvenceli iş ve güvenli gelecek sağlanmasını, Kıdem tazminatı fonu, zorunlu Bireysel Emeklilik Sistemi (BES) ve Tamamlayıcı Emeklilik Sistemi (TES) dayatmalarından vazgeçilmesini, yıllardır tahrip edilen kamusal sosyal güvenlik ve emeklilik sistemimizin güçlendirilmesini, Yukarıda sıraladığımız tüm bu talepleri içeren EK BÜTÇENİN hiç vakit kaybetmeksizin hazırlanarak hayata geçirilmesini iSTiYORUZ. Bu talepler salgın tehlikesinin sürdüğü koşullarda gün geçtikçe açlık sınırına daha fazla yaklaşan bir maaş ile korumasız bırakılan, güvencesizliğe, geleceksizliğe itilen tüm kamu emekçilerinin talepleridir. Şimdi zaman, pandemi sürecini haklarımıza göz koyan saldırıların fırsatı haline getirenlere karşı omuz omuza verme zamanıdır