11 Mayıs 2011 tarihinde İstanbul'da imzaya açılan Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadele Hakkında ki Avrupa Konseyi Sözleşmesi (İstanbul Sözleşmesi ), 1 Ağustos 2014 tarihinde yürürlüğe girmiştir. ( Sözleşmeyi Avrupa Konseyi üyesi olan 45 ülke ve Avrupa Birliği imzaladı, ancak sözleşme sadece 34 ülkede onaylanarak yürürlüğe girdi.) Sözleşme’nin amaçları; kadına yönelik her türlü şiddet ve ev içi şiddeti önlemek, kovuşturmak, ortadan kaldırmak, şiddet mağdurlarının korunması amacıyla politika ve tedbirler geliştirmek, kadınlara karşı her türlü ayrımcılığı ortadan kaldırmak amacıyla kadın erkek eşitliğini yaygınlaştırmak, bu alanda uluslararası işbirliğini geliştirmek ve kuruluşların kolluk birimleriyle etkili işbirliği yapmalarını desteklemek olarak ifade edilmiştir. Sözleşme’nin amaç ve giriş bölümünde kadına yönelik şiddet ve toplumsal cinsiyet eşitsizliği arasındaki yapısal bağ vurgulanmaktadır. Sözleşme’ de “ev içi şiddet” ve “toplumsal cinsiyet” tanımlarının yapılmış olması ayrıca önem taşımaktadır. Aralarında aile bağı olması aranmaksızın herhangi bir yerleşik birimin üyeleri arasında meydana gelen şiddet eylemlerini kapsaması ve -öncelikli olarak ev içi şiddetin mağdurlarının kadınlar olduğu kabul edilerek - her iki cinsiyeti de hatta kuşaklar arası meydana gelen eylemleri de kapsayan bir çerçeve çizmesi bakımından önemlidir. Ancak burada “ev içi” tabiri ortak bir mekân olarak düşünülmemelidir. Tanımda amaçlanan mağdur ile şiddet uygulayanın aynı mekânı paylaşması değil; aralarında bir ilişki kalmamış olsa dahi şiddetten korunmalarını sağlayacak bir kapsam belirlemektir. İlk defa bir uluslararası Sözleşme’ de “toplumsal cinsiyet” tanımına yer verilmesi ve toplum tarafından kadın ve erkeğe uygun görülen davranış biçimlerini ele alması bakımından da önem atfetmektedir.

Sözleşme de dört önemli ilke ele alınmıştır. Önleme İlkesi, Kadına yönelik şiddetle mücadelede öncelikle kadına karşı şiddetin önlenmesidir. Bu amaçla üye devletlerin etkin önlemler almalarının usulü de Sözleşme kapsamında belirlenmiştir. Kadına karşı şiddet ve ev içi şiddetin önlenmesinde farkındalık artırmaya yönelik geliştirilmesi ve yürütülmesi öngörülen çalışmalar, konuya toplumun dikkatini çekmek ve şiddetin önlenememesi durumunda hem mağdurlar hem de toplum üzerinde yaratacağı etki konusunda bilinçlendirmeyi de kapsamaktadır. Koruma İlkesi, mağdurların yeni bir mağduriyet daha yaşamamaları bakımından bu kişilerin ihtiyaçlarını gözeten çok yönlü bir koruma ve destek sağlanması konusunu ele almaktadır.

Koruma ilkesi üç başlık altında incelenebilir. Bunlardan ilki telefon yardım hatları, sığınaklar, acil durum merkezleri, psikolojik ve hukuki danışmanlık hizmetlerini kapsayan destek hizmetleridir. İkinci başlık şiddet mağdurlarına sunulan genel hizmetler olup, sosyal hizmetler, sağlık hizmetleri ile uzun vadeli sosyal ve ekonomik destekler başlıkları altında özetlenebilir. Son önemli nokta kamu otoritelerinin mağdurları koruma konusunda yetkilendirilmeleri ve gerekli tedbirleri almalarının sağlanmasıdır. Bu konuda özellikle kolluk ve yargı mensuplarının rolü vardır. Kovuşturma İlkesi, Sözleşme’ ye göre, şiddet olaylarının soruşturulması ve kovuşturulmasında seri bir şekilde yürütülecek özel soruşturma önlemleri ve yöntemleri hazırlanmıştır. Kapsamlı Politikalar, Sözleşme kadına karşı şiddetin sadece tek bir kurum ya da kuruluşun mücadele edebileceği bir problem olmadığı ve farklı aktörlerle işbirliği ve koordinasyon içinde yürütülecek çalışmaların mücadelede sürdürülebilirliği sağlayacağı yaklaşımını içermektedir.

İstanbul Sözleşmesi’nin iç hukuk bakımından uygulama alanı açan kanun 6284 sayılı yasadır. 6284 Sayılı Kanun; şiddete uğrayan veya şiddete uğrama tehlikesi bulunan kadınların, çocukların, aile bireylerinin ve tek taraflı ısrarlı takip mağduru olan kişilerin korunması ve bu kişilere yönelik şiddetin önlenmesi amacıyla alınacak tedbirler düzenlenmektedir. Kanun'da şiddet; fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik açıdan zarar görmenizle veya acı çekmenizle sonuçlanan veya sonuçlanması muhtemel hareketler olarak tanımlanıyor. Barınma yeri sağlaması, Koruma altına alınması, gizlilik, konuttan uzaklaştırılması gibi konuları ele alan Kanun İstanbul Sözleşmesi ile birlikte hareket etmektedir. Genel mahiyeti ile ele aldığımız sözleşme ve ilgili yasa Kadına Yönelik şiddetin önlenmesi adına önemli bir adım olsa da kendi içinde çok fazla çelişkiler barındırmaktadır. Sözleşmenin kısa bir süre de değerlendirilmeden kabul edilmesi ve akabinde uygulama yönünden yasa çıkarılması coğrafyamız bakımından kadın cinayetlerinin her geçen gün artmasını göz önüne olacak olursak kadına yönelik şiddeti önleyemediği aşikardır.

Kadın, hukuk sistemimizde, kadın hakları kapsamında değil de İnsan Hakları başlığı altında korunmalıdır. Sadece kadına yönelik olarak adlandırılan tüm çalışmalar kadını odak noktası yapmaktadır. Mağdur edilen kim ise kesinlikle önlem alınması ve giderilmesi gerekmektedir. Kadına dair çalışmalar yapılacak ise bu Avrupa Konseyi tarafından hazırlanmamalıdır. Sözleşmemizi kültür, gelenek, göreneklerimize ve yaşam standartlarımıza göre kendimiz yapmalıyız. İlgili Sözleşme ve Yasa sadece kadının beyanını esas almaktadır. Bu durum toplumda art niyetli kişiler tarafından kullanılmaya çok müsaittir ve telafisi güç olayları doğurmaya sebep olmaktadır. Bu kural sadece ev içi olarak geçse de yukarıda tanımda da görüleceği üzere kamu alanlarını da kapsamaktadır. Sözleşme mağduriyetleri gidermeyi amaç edindiğini beyan etse de görüleceği üzere yeni mağduriyetlerin oluşmasında önemli bir payı bulunmaktadır.

Avrupa standartları ile bağdaşmayan Türk toplumu, tarih boyunca hep kendine has bir yaşam tarzı benimsemiştir. Bu yaşam tarzı ise farklılıklarımızı koruduğumuz sürece değer atfetmektedir. Dolayısıyla Türkiye standartlarına uyan ve toplum ile bağdaşan belge ve nitelikli çalışmalar yapılmalı bunların uygulanması için harekete geçilmelidir. Mağduriyetleri cinsiyete indirgememeli ve her kişiye yapılan zulüm kim olursa olsun engellenmeli ve cezalandırılmalıdır. Üstünler hukuku değil, zalimlerin karşısında duran mazlumu yani mağduru koruyan bir mekanizma işletilmelidir. Erkek egemen ve kadınların şiddete maruz bırakıldığı bir toplumu desteklemediğimiz gibi tam tersi kadının tek söz sahibi olduğu, hüküm kılıcının sadece kadının eline verildiği bir toplumu da desteklememiz mümkün değildir. Kanunlar şahıslara indirgenmeden, hakkına tecavüz edilen herkesin lehine olacak şekilde düzenlendiğinde toplum refah seviyesine ulaşacaktır.

Çünkü hukuk ve adalet, herkes için muhakkak lazım olacak bir kavramdır.