Bugün biraz isyankar ama çokça yarım kalmışlık, gurur yüklü, üzgün olmakla birlikte şahadet şerbetini içen şehitlerimiz hakkında yazmak istedim. Çünkü malum Türkiye gündemi hepimizi derinden sarstı. Her gün kötü haberlerle güne başlıyor. Daha da kötü haberlerle günü bitiriyoruz. Kara bulutlar bu aralar üzerimize iyice çöktü. Aydınlık bir gelecek için kısa süreliğine bu kara bulutlara katlanıyoruz. Elbet bir gün güneş tam tepemizde parlayacak ve her şey için akan kanlar için işte bu diyeceğiz.

Ülke için bu harekat ne anlama geliyor, başarılı mı veya gerekli mi diye siyasi konulardan bahsetmek istemiyorum. Her görüş kendine göre haklıdır elbet.

Analarımız memleketi dini inancı, yöresi, çalışanı, ev hanımı aklınıza gelebilecek her ne sıfat veya kişilikte biri olursa olsun “ana” veya “anne” dedik mi biz hazır ola geçeriz. Saygımız sonsuzdur. Öle ki Mustafa Kemal Atatürk de şöyle söylemiştir; ”Türk milleti öyle analara sahiptir ki, her devrin büyük adamlarını bu analar yetiştirmiştir.” Yine hepimizin bildiği farklı bir söz, “Cennet annelerin ayağı altındadır” kısaca annelerimiz çok özel kadınlardır. Bir anne düşünün kanını canını yavrusunu büyütüyor ve vatana sahip çıkması için gönderiyor. İşte bu yüzden de annelerimizin özlemleri, yarım kalmışlıkları daha özeldir. Ama yine de dik dururlar güçlerini sonuna kadar sergilerler.

Bizler şehitler için ne kadar üzülsek de giden her kalp için birçok yarım kalmışlık olduğunu görüyoruz. Kimisi evlenecekti, kimisi baba olacaktı, kimisinin çocuğu evde babam gelecek diye bekliyordu veya evde haber bekleyen yüreği pır pır atan her telefona oğlum diye koşan anne, babaları hiç söylemiyoruz zaten. Bütün bu yarım kalmışlıklara rağmen bayrak vatan ve millet birliği hepimizin üzerinde.

Daha fazla yarım kalmış kalplerin olmaması umuduyla daha fazla gözü yaşlı çocuk görmemek umuduyla veya hayatın yükünü tek sırtlanmak zorunda kalan kadınları görmemek umuduyla yazımı bitirmek istiyorum. Son olarak “ Ne mutlu Türk’üm diyene” diyerek noktalıyorum.