Ülkemiz bulunduğu coğrafya itibariyle birçok milletin geçiş güzergahındadır. Coğrafya itibariyle bu konumunun yanısıra tarihi misyonu itibariyle de Osmanlı Devleti ve öncesindeki devletlerle birlikte birçok millete hükümdarlık yapmış bir medeniyete sahibiz. Kafkaslardan Balkanlara, Arap Yarımadasından Kuzey Afrika’ya kadar geniş bir coğrafyayı yüzyıllar boyunca adaletle yönetmiş bir milletiz. Dolayısıyla hem coğrafi konumu hem de tarihi misyonu itibariyle milletlerin uğrak noktası konumundayız.

Ülkesinde veya bölgesinde yaşanan siyasi yahut askeri olaylar sebebiyle bulunduğu bölgeden ayrılmak zorunda kalan insanlar da ülkemize sığınmaktadır. Bunun yıllardır en bariz örneği Suriyelilerdir. Ülkemizde resmi kayıtlara göre 4 milyondan fazla yabancı bulunmakla birlikte bunun büyük kısmı Suriyelidir. Uluslararası Hukukta yabancıların genel durumu 1951 tarihli Cenevre Konvansiyonu ile belirlenmiştir. Ülkemizde de yürürlükte bulunan 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nda yabancıların hukuki statüsü belirlenmiştir. Ülkemizde her yabancıya mülteci denmektedir. Ancak hukuken her yabancı mülteci değildir. Basit anlatımla mülteci “ırkı, dini, milliyeti, belli bir sosyal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri nedeniyle zulüm göreceği konusunda haklı bir korku taşıyan ve bu yüzden ülkesinden ayrılan ve korkusu nedeniyle geri dönmeyen veya dönmek istemeyen kişi” dir. Kanun bu kişinin Avrupa ülkelerinden gelmesini öngörmüştür. Yani Avrupa’daki herhangi bir ülkeden kaçan kişi ancak mülteci olabilir. Benzer sebeplerle Avrupa dışındaki bir ülkeden kaçan kişi ise “şartlı mülteci” statüsündedir. Bu iki statüye de girememekle birlikte ülkesine geri gönderildiği takdirde Ölüm cezasına mahkûm olacak veya ölüm cezası infaz edilecek; İşkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya muameleye maruz kalacak; Uluslararası veya Ülke genelindeki silahlı çatışma durumlarında, ayrım gözetmeyen şiddet hareketleri nedeniyle şahsına yönelik ciddi tehditle karşılaşacak kişilere ise “ikincil koruma” adı verilen bir statü tanınmaktadır. Tüm bu isimler bireysel anlamda ülkesinden ayrılmak zorunda kalan kişilere verilir. Ancak Suriyeliler kitlesel olarak iç savaş sebebiyle ülkemize gelmiştir. Bu sebeple yapılan hukuki düzenleme ile Suriyelilere “Geçici Koruma” adlı bir statü verilmiştir. Bu kavram uluslararası hukukta yoktur. Ancak 6458 sayılı kanunun 91.maddesi ve yönetmeliğiyle düzenlenmiştir. Yani Suriyeliler mülteci değil, şartları sağladığı takdirde “Geçici Koruma” statüsündedir. Kime bu statünün verileceği ise idarenin takdirindedir.

Hukuki anlamda bu kısa açıklamanın ötesinde değinmek istediğim bir başka husus daha var. O da meselenin insanî yanı. Toplumsal hayatta ve siyasette özellikle Suriyeliler üzerinden bir kampanya dönmektedir. “Bunları geri göndereceksin, ne işleri var burada” gibi söylemler hayli fazla. Hele ki bir Suriyelinin karıştığı adli bir olay olduğunda doğrudan bu söylemler artmaktadır. Peki burada bizim tavrımız ne olmalıdır? Her gelene buyrun gelin mi denmeli? Din kardeşiyiz diyerek herkesi almak zorunda mıyız? Bir düzen olmayacak mı? Bu sorulara cevap verirken insanlar çelişkilerle de yüzleşiyor. Bir taraftan her yerde yabancıları görmek, sayılarının fazla olması, yaşam tarzlarının farklı olması ve hatta rahatsız etmesi sebebiyle artık gitsinler derken; diğer tarafta iç savaş sebebiyle evleri yıkılanları, sakat kalanları, aç olanları, ağlayan çocukları görünce insanın acıma duygusu baskın geliyor. Ülkenize sığınan mazlum insanlara yüz çeviremezsiniz. Ne halin varsa gör, git ülkende savaş ve öl derseniz sömürgeci ve insanlıktan nasibini almamış diğer medeniyetlerden bir farkınız kalmaz. Halbuki biz ensar-muhacir kardeşliğini en iyi bilen toplumuz. Peki bunun sınırı yok mu? Her gelene buyur diyerek kendi vatandaşlarımızın kaynaklarını aktaracak mıyız? Bunun cevabını aslında hükümet zaten veriyor. Yabancılara ülke kaynaklarının aktarıldığı yahut maaş bağladığı gibi şeyler söz konusu değil. Elbette belli yardımlar yapılıyor ancak bunlar söylendiği boyutta hiç değil. Bu söylemler genellikle ayrıştırmacı ve kışkırtmacı politika yaparak bazı kesimlerden oy devşirmeye çalışanlar tarafından ortaya atılıyor. Elbette vatandaş olarak böyle büyük bir meseleye bireysel anlamda çözüm bulmamız mümkün değil. Olması gereken; gelen mazlumların ihtiyaçlarının karşılanarak toplumsal düzeni bozmayacak şekilde yaşatılmasıdır. Bu yapılırken de insanları hem eğitmek hem de onların işgücü ve bilgisinden yararlanmak gerekmektedir. Onun haricinde keyfi olarak geldiği tespit edilen, geldiğinde adli olaya karışan, taşkınlık ve husursuzluk yapanlar ise yargılanarak sınırdışı edilmelidir. Zaten aslında yapılan da budur. Dolayısıyla özellikle sosyal medya üzerinden yürütülen belli ırkçı söylemlerle sığınmacılara yönelik saldırgan tavırlara dikkat etmek gerekmektedir. Bizler erdemli davranmazsak, mazluma herkes gibi muamele edersek herkesten bir farkımız olmaz. Çünkü övündüğümüz medeniyetimizin gereklilikleri bu değil. 26.04.2022

EMRE KILIÇKAYA