“Asil azmaz, bal kokmaz” derdi rahmetli anneannem. O zamanlar fazla kaderci gelirdi kulağıma. Bir tür "yerinde say ama zararsız ol" öğüdü gibi. Meğer yıllanmış bir gözlemin damıtılmış haliymiş de ben gençliğin aceleciliğiyle anlayamamışım.
Şimdi ise bu söz, hayatın içinden bir spot ışığı gibi parlıyor önümde. Çünkü öyle bir tabloya şahit oldum ki, ders mi diyeyim, ibret mi bilemedim.
Buyurun...
,Hayatında tek bir bireysel başarıya imza atmamış biri. Ne bir fikir üretmiş, ne bir sorumluluk sırtlamış. Başarıyı da teriyle değil, tesadüflerle yakalamış. O da başarıysa tabii… Daha çok, hazırda kurulmuş bir sofraya, "ben yaptım" diye oturmak gibi. Ama işte, kaderin cilvesi midir, sistem hatası mı bilinmez, bir gün rüzgar ters esiyor ve kendini tepede buluyor.
O an itibariyle yaşanan şey bir yükselme değil; bir şişme. Ayaklar yerden kesiliyor, ama öyle naif bir hafifleme değil bu—balon gibi. İçine basınçla dolan kibir, yerçekimini inkar ediyor adeta. Gözler yukarı dikiliyor, ama manzara yok!
Sadece “ben artık bir şeyim” illüzyonu.
Yükseldiği yer ise öyle sağlam bir zemin değil. Başkalarının tuttuğu merdivenle çıkılmış bir çatı katı sadece. Ama öyle davranıyor ki, sanki kolonları kendisi dökmüş, planı o çizmiş. Zirveden aşağılara bakıyor, “ben artık buradayım” derken göz göze geldiği herkesin içinden geçiyor.
Ve çevre?
Onlar da pişman. Çünkü onlara göre bu kişi bir parça gelişir, dönüşür, belki azıcık mütevazı olur sanmışlardı. Beklentileriyle tokatlandılar. Karşılarında olgunluk değil, “olmuşluk” oynayan bir amatör var. İçine girdiği rolü o kadar kaptırmış ki kendini, perde kapanınca da inmek bilmeyecek gibi.
“İnsan taşıyamadığı şeyin altında kalır” derler ya…
Bu öyle bir durum ki, sadece altında kalmakla yetinmiyor. Etrafı da yıkıyor. Çünkü kibir bulaşıcı değil ama rahatsız edici. Girdiği ortamda oksijeni emer, sesi bastırır, sesi çıkanı “kıskanıyorlar” diye etiketler.
En acıklısı da şu;
O kişi bir gün dönüp dolaşıp yine başladığı yere gelecek. Ama o iniş sessiz olmayacak. Kibirle çıkılan yerden düşmenin gürültüsü olur. Çünkü orası kendi çabanla çıkmadığın yerdir, düşüşün yankısı da sana ait olmaz sadece.
Anneannem haklıymış. Gerçek başarı öyle hop diye gelmez, geldiğinde de ortalığı kokutmaz. Çünkü özü olanın gösterişe ihtiyacı olmaz. Ama birinin eline tesadüfen bal geçerse ve o da hemen ortalığı kokutmaya başlarsa, sinek kaynar etrafına. Ne yazık ki sinekler balın değil, kokunun peşindedir.
Yani demem o ki;
Bazı "başarılar" bana birer kazanım değil, kayıp gibi geliyor. Çünkü bazen insan kazanırken en çok kendini kaybediyor. Ve inanın, bundan büyük bir başarısızlık yok.