Bekleyenler Ülkesi

Abone Ol

Geçtiğimiz perşembeden beri bir hastanenin bekleme salonundayım.

Bir arkadaşımın eşi yoğun bakımda.

Ama mesele sadece onu beklemek değil…

Ben, günlerdir orada, sadece hastaları değil; hayatı, sabrı, umudu ve çaresizliği de izliyorum.

Aslında bir ülkeyi izliyorum.

Adını koydum…

Bekleyenler Ülkesi.

Hastane bekleme salonları bu ülkenin en çıplak aynası gibi.

Burada kimse üstün değil.

Statü yok, marka yok, poz yok.

İnsan var, sadece insan….

Aynı koltukta, aynı dualarda, aynı korkularda buluşan onlarca kişi.

Kadın, erkek, yaşlı, genç fark etmiyor..

Burada herkes bir şeye dönüşüyor…

Bekleyen.

O bekleme hali öyle bir şey ki…

İnsanın içindeki tüm öncelikleri altüst ediyor.

Dolabındaki en güzel kıyafetleri unutuyorsun. Çünkü "ya ben yokken bir şey olursa" kaygısı, tüm kişisel ihtiyaçlarının önüne geçiyor.Üzerini değiştirmiyorsun, evine gidemiyorsun.

Yemek mi? Ne çıkarsa yiyorsun. Çünkü öncelik artık "ne yediğin" değil, kiminle bir daha yiyip yiyemeyeceğin.

Ve hasta yakınlarında şunu gördüm!

Sabır orada öğreniliyor.

Şükür orada anlam buluyor.

Umut, her gün şekil değiştiriyor.

Kimi dua ediyor, kimi sessizce duvara bakıyor, kimi elinde küçük bir battaniyeyle çocuğunu ısıtmaya çalışıyor.

Sosyolojik bir tespit yapmam gerekirse;

Biz, acı söz konusu olunca aynı dili konuşuyoruz.

Aynı umutları kuruyor, aynı boşluklara bakıyoruz.

Ve bu yüzden hastaneler belki de bu ülkenin en eşitlikçi yerlerinden biri.

Kimse kimseye yukarıdan bakmıyor.Çünkü herkes göz hizasında ağlıyor.

Ama işin daha acı bir tarafı da var.

Yoğun bakım kapılarının önünde anlıyorsun

İstediğin rütbeye sahip ol, İstediğin kadar çevren, paran, unvanın olsun

Bünyen neyi kaldırabiliyorsa, sadece o kadar müdahale ediliyor sana. Orada da bir torpil varmış gibi görünüyor belki ama aslında yok.

Hayata herkes sadece kendi gücü kadar tutunabiliyor.

Gerisi, izleyenlerin çaresizliğiyle örtülmüş bir sessizlikten ibaret.

İçinde bulunduğum bu süreç bana çok şey öğretti.

Hayat dediğimiz şey çoğu zaman, bir hastane sandalyesinde geçiyor.

Sessizce…

Ve beklerken.

Belki de hepimizin ayda bir gün kendini hatırlaması gerekiyor.

Bir hastaneye gitmeli, bir kahve alıp bekleme salonunda oturmalı.

Yalnızca izlemek için.

Unutmamak için.

Kıymeti hatırlamak için.

Çünkü gerçekten yaşam, beklemeyi öğrenenler için çok daha gerçek.

Ve sağlık, üzerine yazılmış en sade dua.

Tüm süslerden arınmış haliyle tek bir temenniye tutunarak.

Ne olur iyi olsun...