Ordu’da ağustos ayı demek, güneşin kavurduğu tepeler, dalından düşmemek için direnen fındıklar ve sabahın ilk ışığında başlayan hummalı bir koşuşturma demektir. Fındık sezonu, sadece bir tarım faaliyeti değil; Karadeniz insanının alın teriyle yoğrulmuş en önemli geçim mücadelesidir.
Sezonun temposu öyle hafif hafif değil, adeta maraton koşusudur. Sabah namazıyla kalkılır, çuvallar omza alınır, bahçelere inilmeden önce bir çay yudumlanır. Ardından gün boyu eğil-kalk, topla-doldur… Yere düşen her fındık tanesi, tarlada kazanılan her kuruş demektir.
Fındık toplamak, sadece bedensel değil, zihinsel de bir dayanıklılık ister. Çünkü hava kimi zaman bunaltıcı sıcak, kimi zaman da aniden bastıran yağmurla inatçıdır. Üstelik bahçede zamanla yarışılır; çünkü her gün beklemek, fındığın çürümesine, emeğin ziyan olmasına davetiyedir.
Sezonun temposu sadece bahçede değil, harmanda da devam eder. Toplanan fındıklar serilir, alt üst edilir, kurutulur. Harman başındaki kadınlar ve erkekler, “Bir an önce toparlayalım da fiyatlar düşmeden satalım” telaşındadır. Evlerde akşam yemekleri bile hızlı hazırlanır, çünkü ertesi gün yeniden aynı mesai vardır.
Fındık zamanı yorucudur, evet… Ama bu yorgunluğun içinde garip bir huzur da vardır. Bahçede çalışan komşuların neşeli atışmaları, çocukların çuvallara saklanma oyunları, akşamüstü yorgun bedenlere iyi gelen karpuz molaları… Bu tempo, Karadeniz insanının ruhuna işlemiş bir yaşam ritmidir.
Fındık, sadece toprağın ürünü değil, sabrın, emeğin ve dayanışmanın da ürünüdür. Ağustosun teriyle eylülün ekmeği olur. Ve her yıl aynı tempo, aynı hikâye, aynı bereket dileğiyle yeniden başlar.