GASP EDİLEN HAKLAR İÇİN KUTLAMA DEĞİL MÜCADELE GEREKLİDİR

Abone Ol

İkinci Dünya Savaşı'nın insanlıkta açtığı derin yaraları kapatmak ve insanlığı daha ileri bir basamağa taşımak için hazırlanan İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilişinin tarihi olan 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü, bugün tüm dünyada 71. kez kutlanacak.

Bu bildirgeyi, hazırlanışından sadece bir yıl sonra imzalayarak birçok ülkeden daha ilerici bir adım atan ülkemizde ise maalesef epeydir bu tarih bir kutlama değil, tespit günü haline gelmiştir.

Henüz genç bir Cumhuriyet iken bile insan hakları konusunda birçok ülkeye öncülük eden Türkiye, çağdaşlığı; insan haklarını; her yaşamın çok kıymetli olduğunu önemsemeyen hükümetler eliyle, imza attığı bildirgedeki birçok maddeyi ıskalar hale gelmiştir.

Maalesef yaşama, barınma, eğitim gibi en temel insani haklar, ülkemizde parayla satılacak metalara ya da siyasi kozlara dönüştürülmüştür. Hukuka güven endeksinde gelişmiş ülkelerin en gerisine itilen ülkemizde, adaletin her bireye ve suça eşit şekilde yaklaşması ilkesi de artık göz ardı edilir olmuştur.

Devlet tarafından ücretsiz ve her yurttaşa eşit, adil biçimde verilmesi gereken eğitim ve sağlık gibi hizmetler, artık orta sınıf için bile lüks haline gelmiştir. Eğitimde yoksul halkın payına ise sermayenin ucuz işçi ihtiyacına servis edilmek, hükümet tarafından desteklenen tarikatların okul ve yurtlarına itilmek düşmüştür.

Evrensel insan haklarının olmazsa olmazı olan ifade ve basın özgürlükleri açısından da ülkemiz dünyanın kara listesine girmiştir

Son 5 yılda Cumhuriyet tarihinde hiçbir hükümet döneminde görülmediği kadar "Cumhurbaşkanı'na hakaret" davaları açılmış, bu suçlama, neredeyse her muhalife yerli yersiz sallanan bir sopa haline gelmiştir. İktidarın ve yandaşlarının hoşuna gitmeyen gerçekleri dile getirdiği için çok sayıda aydının cezalandırılması, hapsedilmesi,  10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü'nü buruk karşılamamıza yol açan en önemli etkenlerdendir.

Bir ülkedeki gelişmişlik düzeyinin en başat ölçülerinden olan kadın-erkek eşitliği konusunda da ülkemiz çağın gerisine itilmiştir. Kadınlara seçme ve seçilme hakkının neredeyse tüm Avrupa ülkelerinden daha önce verildiği ülkemizde, kadına şiddet vakaları giderek artmakta ve sistematik hale gelmektedir. Bunu engellemekle yükümlü olan yöneticilerin, aksine bunu körükleyecek söylem ve politikalar izlemesi ise tabloyu daha da acı duruma getirmiştir.

Yaşamın, insanın çok değerli olduğunu, her insanın dini, rengi, ırkı ne olursa olsun, doğmakla beraber kazandığı hakları bulunduğunu ve bunların herhangi bir sebeple gasp edilmesinin insani ve çağa yaraşır olmadığının altını çizen politikalar geliştirilmedikçe, ülkemiz insan hakları konusunda hak ettiği konuma gelemeyecektir.

Bugünün anlamı vesilesiyle, sanki bu kara tabloyu kendileri yaratmamışçasına büyük laflar edecek her yönetici bilsin ki, onlara rağmen bu toplumun ilerici insanları, eninde sonunda bu ülkeyi hak ettiği yere, kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün de dediği gibi "muasır medeniyetler seviyesine" çıkaracaktır.