Geçmişin Güvenli Limanı

Abone Ol

Geçtiğimiz gün farklı şehirde yaşayan bir arkadaşım eski fotoğraflarımızdan gönderdi. Ben de ona birkaç tane yolladım.

Nasıl eğlenmişiz anlatamam.O fotoğraflara bakarken kahkahalar arasında “O gün ne kadar güzeldi!” diye söylendik.

Ama sonra içimden bir ses fısıldadı…

Belki de o gün bile, bu anılara bakarken hissettiğimiz kadar mutlu değildik.

Zamanın tuhaf bir yanı var. Yaşarken sıradan gelen anlar, geçtikten sonra büyülü bir hal alıyor. Belki de insan geçmişi, içinde artık hiçbir tehlike barındırmadığı için bu kadar çok seviyor. Çünkü geçmişte hiçbir bilinmezlik yok. Ne olacağını biliyoruz. Kim kırılmış, kim kalmış, kim gitmiş, kim mutlu etmiş hepsi belli. Artık hiçbir sürpriz yok, hiçbir ihtimal yok. Ve belki de bu yüzden, geçmişin içinde huzur var.

Oysa gelecek…

Bir sis perdesi gibi.

Ne çıkacağı belli olmayan bir labirent.Bir yandan umutla “belki güzellikler gelir” diyoruz, bir yandan içimizde ürkek bir ses “ya gelmezse?” diye fısıldıyor.

İşte insan tam da bu yüzden geçmişe sarılıyor — çünkü orası güvenli, sessiz, tanıdık. Gelecek ise, ne kadar parlak görünürse görünsün, içinde belirsizliğin gergin nefesini taşıyor.

Aslında hepimiz geçmişte yaşadığımızı zannediyoruz ama belki de sadece geçmişin güvenli halısını ayaklarımızın altına serip, geleceğin soğuk zemininden korunmaya çalışıyoruz.

Fotoğraflara, eski mesajlara, hatıralara dokunmamızın nedeni belki nostalji değil!

Belki sadece orada incinmeyeceğimizi bilmek.

Zaman geçtikçe fark ediyorum; yaş aldıkça insanın en büyük özlemi birine, bir yere, bir döneme değil. Belirsizlikten uzak olmaya.

Oysa hayat, tam da o belirsizliğin içinde akıyor.Geçmiş, bize huzur veriyor ama gelecek de bizi diri tutuyor.

Belki de denge, ikisine birden aynı mesafede durabilmekte gizli.

Birine minnetle, diğerine cesaretle bakabilmekte.