RASTGELE

Abone Ol

Her fırsatta kendimi deniz kenarına atıyorum, balık tutmaya gidiyorum.

Oltayı hazırlayıp beklemeye koyuluyorum.

Balık tutmak, dışarıdan basit görünse de aslında sabrın, beklentinin ve kabullenişin bir özeti.

Bazen oltaya kocaman bir balık takılıyor, bazen küçücük bir istavrit.

Kimi gün saatlerce bekliyorsun, hiç ses yok. Ama o bekleyişin içinde bir dinginlik var. Çünkü o an sadece deniz var, sen varsın, bir de umut.

Orada herkes aynı sabrı paylaşıyor. Birinin çaparisi, balık takımı dolaşıyorrıyor, diğeri hemen yanında olan yedeğini uzatıyor. Çay götürürken kimse “sadece kendime” demiyor, mutlaka fazladan bardak alıyor. Çünkü o iskelede kimsenin konuşmadan da anlaştığı bir dil var!

Paylaşmak.

Balık tutmak aslında hayatın kendisi.

Hep bir şey bekliyorsun ama ne zaman geleceğini bilmiyorsun.

Kimi gün şansın açık, kimi gün elin boş dönüyorsun.

Ama önemli olan şu;

Her seferinde yeniden denemek.

Çünkü hayatta da öyle değil mi?

Ne kadar uğraşırsan uğraş, bazen nasip yok. Oltayı denize bırakıp bekliyorsun. Gelen varsa alıyorsun, yoksa o dalgayı izleyip susuyorsun.

Deniz kenarında öğrendiğim en basit ama en değerli birikim şu;

Sabır sadece beklemek değil, oluruna bırakabilmek.

Ve bazen en büyük huzur, hiç balık tutamasan da, o bekleyişin kendisi.

Deniz kenarında geçirilen o saatler bana şunu söyler;

Hayatta her şey balık gibidir; gelirse nasip, gelmezse hikaye.