Bir parfümüm var.
Kokusunu öyle çok seviyorum ki, her sıktığımda sanki geçmişin en güzel anıları geri geliyor.
O koku, bir mevsimin sesi gibi…
Bir dönemimi, bir halimi, bir ihtimalimi hatırlatıyor.
Ama o kokuya alerjim var ve ne zaman sıksam, cildim kızarıyor, kaşınıyor, nefesim daralıyor.
Bedenim diyor ki;
“Bu sana iyi gelmiyor.”
Ben ise inatla, “Olsun,” diyorum. “Bu koku benim.”
Aslında anlatmaya çalıştığım şey tam burada başlıyor.
Çünkü bazen insan, ona zarar veren şeyleri en çok sahiplenir.
Neden mi?
Çünkü tanıdık gelir.
Beden acıyı unutabilir ama ruh, alışkanlığa bağımlıdır.
Bir duygunun, bir ilişkinin, bir hatıranın…
Hatta bir kokunun bile seni nasıl hissettirdiğini değil, nasıl hissettirmesini istediğini seversin.
Oysa çoğu zaman “iyi hissetmek” ile “iyi olmak” aynı şey değildir.
Geçtiğimiz hafta bir sokak röportajı sırasında, parfümümü sıkıp çıktım.
Kendimi o güvendiğim kokunun ritmine bıraktım.
Mutluydum yani…
Ama röportajın ortasında nefesim kesildi, göğsüm daraldı.
“Yeşim, galiba ölüyorum,” dedim.
Aslında ölmedim.
Ama o an, içimde bir şey öldü.
Bir kandırmaca, bir inat, bir “böyle de idare ederim” hali.
Akşam eve gidince düşündüm;
Bedenim, ruhumun söyleyemediğini söylüyordu aslında.
Kaşınarak, kızararak, nefesimi daraltarak “artık yeter” diyordu.
Ruh bazen susar çünkü bağlanmıştır.
Oysa beden susmaz!
O, gerçeğin en dürüst tercümanıdır.
Belki de en hakiki fark edişlerimiz, sözlerle değil bedenle gelir.
Bir yerin ağrır, bir yerin sıkışır, kalbin hızlanır…
Ve sen sanırsın ki sadece stres, sadece yorgunluk.
Oysa ruhun çoktan kararını vermiştir.
“Bu bana iyi gelmiyor.”
İtiraf edeyim, o parfümden vazgeçmem kolay olmadı.
Kokusunu her sıktığımda geçmişle temas ediyordum.
Belki de ben o kokuyu değil, o dönemi seviyordum.
Kendimi iyi sandığım zamanları.
Ama artık fark ediyorum — her güzel şeyin kalıcı olması gerekmiyor.
Bazı şeyler sadece bir dönem güzeldir.
Tıpkı bazı insanlar gibi, bazı yerler gibi, bazı hisler gibi.
Kalmakta ısrar ettikçe seni tüketir.
Bir süre sonra anlıyorsun;
İyileşmek, “artık güzel hissetmiyorum” dediğin şeyleri değil,
“artık bana iyi gelmiyor” dediğin şeyleri bırakmaktan geçiyor.
Bu ikisi arasında koca bir fark var.
Birinde duygun konuşur, diğerinde bilincin.
Ve insan, bilincine güvenmeyi öğrendiği gün büyür.
Ben o parfümle vedalaştım.
Basit bir karardı belki, ama derin bir fark edişin simgesiydi.
Çünkü sonunda şunu öğrendim;
Bedenin, ruhun yaralarını görür.
O, sessiz bir pusuladır.
Ve biliyorum, bazı vedalar acıtır ama hiçbir kaşıntı sonsuza kadar sürmez.