Her yıl sahilde, aynı fotoğraf otomatına gidiyoruz önünde durup poz veriyoruz Yeşim’le…
Göz hizasında bir merceğe bakıyoruz. Sanki yalnızca fotoğrafımızı değil, zamanın ruhunu da çekiyor bu küçük makine.
Yeşim’le başlattığımız bu ritüel, ilk başta bir hevesti belki…
“Ne değişmişizdir acaba?” sorusuyla başladı.
Şimdi bir bakıma zamanla aramızda tuttuğumuz gizli bir sözleşmeye dönüştü. Her yıl, kendimize ve birbirimize verdiğimiz sözü yerine getiriyoruz…
“Gel, yine bakalım kim olmuşuz.”
Otomat eski. Üzeri tuzlu rüzgardan paslanmaya yüz tutmuş. Bazen bir bozukluk çıkartıyor, bazen fotoğraflar yamuk basılıyor. Ama her seferinde orada. Tıpkı biz gibi. Gözümüzde zamanın katmanlarını üst üste bindiren o mercek, artık sadece görüntümüzü değil, hayatımızdaki eksilmeleri ve çoğalmaları da kaydediyor.
Her bir karede başka bir halimiz var. Birinde göz altlarımız daha yorgun. Bir başkasında kahkahamız tam odaklanmış. Arkamızdaki deniz her zaman aynı gibi görünse de, ışık değişiyor. Biz değişiyoruz. Ve işte bunun farkına varmak, otomattan çıkan dört küçük fotoğraf karesinin asıl gücü.
Yeni yılda bu ritüeli aylığa çevirme kararı aldık. Bir yıl beklemeye gerek duymadan, değişimi daha yakından izlemek istiyoruz. Çünkü fark ettik ki hayat, büyük dönüşümlerle değil, küçük kaymalarla ilerliyor. Yüzümüzdeki çizgiler, kelimelerimizdeki ağırlık, omuzlarımızdaki yorgunluk…
Bunlar bir anda olmuyor.
Ama her ay, minicik izler bırakıyor.
Ve biz, bu izleri yakalamaya niyetliyiz…
Bir makinenin karşısına geçip ayda bir dört kare çekinmek basit görünebilir. Ama bu eylem, zamanla ilgili derin bir meditasyona dönüşüyor.
Çünkü her kare, bize şu soruyu soruyor;
"Bu ay senden ne aldı? Sana ne verdi?" Ve bu sorunun cevabı çoğu zaman gözlerde gizli. Poz verişte, birbirimize olan yakınlıkta, hatta yan yana dururken aramızdaki mesafede bile.
Fotoğraf otomatı aslında bir tür tanıklık. Hafıza mekaniği gibi çalışıyor.
Belki biz unutuyoruz ne yaşadığımızı, ne hissettiğimizi. Ama o unutmuyor. Ve bir gün, geçmişe baktığımızda belki de biz bile orada olduğumuza şaşıracağız.
Zaman akıyor, evet. Ama bazı anlar var ki durdurulabiliyor.
Bir düğmeye basıp *"şimdi"*yi mühürlemek mümkün.
İşte biz, her ay o düğmeye basıyoruz.
Ve her karede biraz daha kendimize yaklaşıyoruz.