Zerre İçinde Zerre

Abone Ol

“Zerre içinde zerreyim ben, kendimi bilmez miyim?”

İnsanın en kadim sorularından biri budur…

Ben kimim?

Bazen unvanlarımızla cevap veririz, bazen doğduğumuz şehirle, bazen de sahip olduklarımızla.

Ama ne zaman gece herkes uyur ve karanlık sessizliğiyle üzerimize çöker, işte o zaman hiçbir maske kalmaz. Kendimizle baş başa kalırız.

O anda anlarız ki, aslında koca kainatta küçüğün de küçüğüyüz.

Bir toz tanesi bile değiliz!

Rüzgar esse kaybolacak bir zerre.

Ama aynı anda bir mucizeyiz de…

İçimizde sevgi, nefret, umut, korku, şefkat, hayal gibi bütün kainatı kuşatacak kadar büyük bir derinlik taşıyoruz.

İşte bu çelişki, insanın hem yükü hem de zenginliğidir.

Bugün dünya bize sürekli “daha çok görün, daha çok tüket, daha çok sahip olun” diye fısıldıyor. Ama kendini bilmek, sahip olmakla değil, kaybetmeye razı olmakla başlar.

Kaybettiğinde kim olduğunu hala biliyorsan, işte o zaman kendini gerçekten tanımışsındır.

Belki de en zor şey, aynada gördüğümüz suretin ardındaki karanlıkla yüzleşmektir. Herkes kendini parlak tarafıyla tanıtmak ister; oysa insanı insan yapan, kusurlarını da bilebilmesidir. Kendi gölgelerinden kaçan, kendine hiç yaklaşamaz.

“Zerre içinde zerreyim” derken aslında şunu söylüyoruz.

Ben evrenin en küçük parçasıyım. Ama kendimi bildiğim sürece evrenin anlamı benimle tamamlanıyor.

Çünkü en büyük yük, olduğundan fazla görünmeye çalışmaktır.

Ve en büyük hafiflik, olduğun gibi kabul etmektir.

İnsan zerredir, ama kendini bilen zerre koca bir kainata bedeldir