Kutsal meslek diye bir şey yoktur. Karşılığında para alınan hiçbir şey kutsal değildir. Zaten meslek de kişinin karşılığında para alarak geçimini sağladığı iştir. Ancak memleketimizde müthiş bir meslek kutsama hastalığı var. Benim mesleğim kutsal, hayır benimki daha kutsal, bilemedin benimki en kutsal. Neden? Ben şifa dağıtıyorum kutsal bir iş. Neden? Ben adalet dağıtıyorum kutsal. Neden? Ben güvenliği sağılıyorum kutsal… Bu örnekleri artırmak elbette mümkün ancak yukarıda belirttiğim gibi, karşılığında para alınan hiçbir şey kutsal değildir. Kutsiyet atfedilemez.

Ben avukatım. Avukatlık da kutsal bir meslek değil elbette. Burada kabul etmemekle birlikte kutsiyet atfedilebilecek bir şey varsa da o savunma hakkı olabilir. Yani vatandaşları güçlü olanın karşısında ezdirmemek için yanında olmak ve onu savunmak belki kutsal kabul edilebilir. Ancak meslek olarak avukatlık kutsal değildir. Aynı şekilde doktorluk ve polislik gibi meslekler de kutsal değildir. Ancak yaptıkları işlerin niteliği önemli, değerli olabilir. Allah’ın şafi ismini senin elinle vatandaşa dağıtması elbette kutsal olarak değerlendirilebilir. Ya da kamu güvenliğini sağlamak için gece gündüz kötülüklerle ve ölümle burun buruna çalışmak elbette kutsal kabul edilebilir. Ancak bu eylemlere kutsiyet atfetmek mesleklerini kutsal yapmaz.

Son günlerde doktorların şikâyetleri kamuoyunda büyük bir yankı uyandırmakta. Elbette her mesleğin erbabı, yaşadıkları zorlukları dile getirip koşullarının iyileştirilmesini isteme hakkına sahiptir. Zaten hak istenirse alınabilir. Kimse “yahu gelin size bu hakkı verelim” demez. O nedenle kamuoyu oluşturarak hak talep edilmesi güzel bir şeydir. Doktorların çalışırken şiddet görmesi ve bu durumun cezalandırılmadığı algısı kötüdür. Doktorların 24 saat, 36 saat dinlenmeden çalışmak, nöbet tutmak zorunda olması izah edilemez bir yüktür. Doktorun kendisine gelen hastasına nöbetinin 2.saatinde gösterdiği muamele ile 35.saatinde gösterdiği muamele de aynı olamayacaktır. 35.saatinde bir söz söylediğinde de karşısındaki vatandaş “sen nasıl benimle ilgilenmezsin” diyerek tepki gösterdiğinde doktorun “35.saatimi tutuyorum insaf” demesiyle kimse ilgilenmeyecektir. Bu sebeple doktorların çalışma koşullarındaki ağır şartlar ilgili makamlarca iyileştirilmelidir. Nitekim Sağlık Bakanlığı da sorunun farkında olunduğunu ve bu konuyla ilgili çalışma yapıldığını da defaatle dile getirmiştir.

Burada yine bir sorun ortaya çıkıyor. Kantarın topuzunu kaçırmak. Doktorların sıkıntımız var çözün demesine gerekçe olarak gösterdikleri “emeğimizin karşılığını alamıyoruz, çok çalışıyoruz, şiddete maruz kalıyoruz…” gibi söylemlerindeki içerik pek çok vatandaş tarafından da tepki topluyor. Elbette bu gerekçeler doğrudur ancak haftada 45 saat çalışıp 4250-TL maaş alan birisine ve üstelik karşısına gitmek için patronuna minnet ederek izin alan bir asgari ücretliye “12 bin lira maaş çok az, dış ülkelerde böyle değil” diyemezsiniz. Haftada 45 saat resmi, 15 saat de gayrıresmi çalışan bir işçinin karşısında çok çalışıyoruz derseniz “10’da geliyorum doktor gelmemiş, 3’te geliyorum doktor çıkmış” cevabına hazır olmalısınız. 10’a kadar serviste hasta bakıyorum evde yatmıyorum cevabı da bir işe yaramaz.  “Oğlumla niye ilgilenmiyorsunuz bizi ayakta bekletiyorsunuz” cevabı karşısında beyaz kod vererek sağlık çalışanına şiddet diye geceyi karakolda geçiren hasta babasına dert anlatamazsınız. Bu sefer de “dünya onların etrafında dönmüyor” tepkisiyle karşı karşıya kalırsınız. Elbette bu örnekleri doktorları haksız vatandaşı haklı göstermek için vermedim. Tersi daha fazladır belki de. Ancak her meslek zordur. Her iş zordur. Dediğim gibi kutsal meslek yoktur. Sözlü tepkiye beyaz kod vere vere doktora şiddet eylemleri itibarsızlaştıkça gerçek şiddet mağdurları doktorların da sesleri kısılmış oluyor. Bu nedenle mesleki mağduriyetleri giderirken kantarın topuzunu da kaçırmamak gerekir.

“Hekimler de hâkimler gibi korunmalı” değil, “Hâkimlerin de hekimler gibi sorumluluğu olmalı” denmesi daha doğrudur. Ancak burada da her olayda meslek sahiplerinin üzerine giderek mesleği yapılmaz hale getirmemek gerekir. Cezası cezaevinde yatırmayacak bir olaydan dolayı sırf sağlık çalışanına yapıldı diye yahut önemli atfedilen bir meslek erbabına yapıldı diye tutuklama sebebi yapılan kanuni değişikliklerden kaçınılmalıdır. Maalesef ülkemizde her şey tepkisel. Ancak hukuk tepkisel hareket edemez. “Hak edene hak ettiği ceza verilmeli” sözü hak ettiğinin fazlasının verilmemesini de içinde kapsar. Bu nedenle bir meslek erbabını koruyalım derken toplum nezdinde o meslek erbabına yönelik tepkileri de artırmamak gerekir. Bu durum koruyalım derken ateşe atmak anlamına da gelebilir.