Her insan günah işleme fıtratında yaratılmıştır,lakin bir kul olarakta ona tevbe emredilmiştir.
Bu yüzden Cenab-ı Hak tevbe edenleri sevmekte ve yapılan bu tevbeleri kabul ederek işlenen o günahkârı affetmektedir.
Böyle yaparsa kul da kulluğunu ve acziyetini ifade etmek suretiyle manevi yükseklik kazanmaktadır.
İnsanoğlu yaratılış itibarıyla hayvan’i ve melek’i dediğimiz
iki sınıf şuur ve hayat sahipleri arasında orta bir mevkidedir.
Hayvanlar, şehvet sahibi fakat aklı olmayan bir tabaka teşkil ederler. Akılları olmadığı için davranışlarını tabi akıl ekseninden uzak buna içgüdü ile yürütürler, bu yüzden sorumlulukları yoktur.
Melekler ise, şuûr ve hayat sahibi olmakla birlikte şehvetleri yoktur. onların şerre kabiliyetleri de yoktur. Verilen vazifeleri yaparlar. Dereceleri ne düşer ne de yükselir, hep sâbit kalır.
İnsanlar ise, orta bir tabakadır.’ Hayvanlarla müşterek olan şehvetlere de sahip, meleklerle müşterek olan akla da... Kendisine içgüdüye bedel şeriat ve irade verilmiştir. İradesi ile şeriata uyarak aklını o yolda kullanırsa melekleri geçebilir.
İradesi ile şehvete uyar aklını o yolda kullanırsa hayvanlardan aşağı düşer. Cenâb-ı Hakk insana sonsuzca alçalma ve sonsuzca yükselme imkanı tanıyan bir fıtrat, bir mertebe vermiştir. Yükselmenin yolu, ihtiyar da denen irade-i cüz'iyyesini kullanarak, şuurla dinin emrettiği şeyleri tercih etmekten, aklını bu yolda kullanmaktan geçer. Alçalmanın yolu ise, şeriata değil, şehvetlere uymaktan, aklını o yolda kullanmaktan geçer.
İnsanoğlunun bu kaçınılmaz kaderi en veciz şekilde Tîn suresinde şu şekilde beyan edilmiştir: "Biz insanı en güzel şekilde yarattık. Sonra onu aşağıların aşağısına çevirdik. Ancak iman edip de güzel güzel amellerde, bulunanlar başka. Çünkü onlar için kesilmez mükâfatlar vardır" (4-6) Bu alem İnsanoğlu için kaçınılmaz bir imtihan yeridir ve onun kaderidir.
İmtihan müddeti, yani hayatı boyunca, insan, kötülük işlemekle imtihanı ebediyyen kaybetmiş olmadığı gibi, iyi iş yapmakla da kurtuluşu garanti etmiş değildir. İyilikten sonra kötülüğe düşebileceği gibi, kötülükten sonra da tekrar iyiliğe geçebilir.
İnsan bu iyilik, kötülük cepheleri arasında bir saat rakseder(dans eder) durumunda olduğu için, Cenâb-ı Hakk tevbe emretmiştir. Kötülük yapınca tevbe etmelidir, Allah tevbeleri kabul eder, affeder, Allah'ın bellibaşlı sıfatları arasında rahmet vardır. Yani tevbeleri kabul edici odur (Tevvab) O'nun vasfıdır. Gafûr (günahları örtücü) olmak, Afuvv (bağışlayıcı, cezayı terkedici) olmak gibi, Allah başka sıfatlara da sahiptir.
Her insan günahsız doğar ama günah işleyecek fıtrattadır. Büluğa kadar günahsız sayılsa da, günah işlemesi kaçınılmazdır.
Hristiyanlar doğuştan gelen aslî günahtan kurtuluşu vaftiz olmaya bağlar. İslâm işlenen günahın tevbe ile affedilebileceğini söyler. Ayrıca tevbe doğrudan Allah'a yapılmalıdır, araya hiçbir mahluk konmaz, kişi her zaman her yerde tek başına tevbe edebilir. Şu günah affedilir, bu günah affedilmez diye bir ayırım yoktur.
İhlasla, sıdkla, azimle, kesin kararla yapılan tevbe ile en büyük günahlar dahi affedilir.
Cenabı hak Bakara 160’ta şöyle buyurur: “Ancak tevbe edip hallerini düzeltenler ve gizledikleri gerçekleri açıklayanlar başka; ben onların tevbesini kabul ederim. Çünkü ben, tevbeleri çokça kabul eden ve merhameti bol olanımdır.
Zümer suresi ayet 53’te mealen
“Ey kendilerine kötülük edip (günahta) aşırı giden kullarım! Allah'ın rahmetinden umudunuzu kesmeyin.().
Rabbim bizlere din’i mübîn’i islam’ı yaşayan ve hayatına tatbik eden kullarından olmayı, aynı zamanda işlediği günahlarından kurtulmak için tevbe eden kullarından olmak eylesin.