Yaşım 16 ya var ya yok. O yaşlarda heyecanımı, merakımı siz düşünün. Sabırsızlık duygusuyla tanıştığım, “sabır” kelimesinin anlamını öğrendiğim bir yıldı benim için.

Hangimizin içinde yok ki bir tutam sabırsızlık? Kimi ustaca sabreder çoğu şeye, kimi ise benim gibi bir armut sayesinde öğrenir manasını.

Güzel şeyler olacaksa bekleyemem; sevdiğim bir şey ya da biriyle kavuşacaksam, içim içime sığmaz mesela. Ama dedim ya, yaşım 16 ya var ya da yok. Bir Eylül sonu, ben sabırsızlığım yüzünden bir Kasım armudunu kendi ellerimle yok ettim.

Aradan geçen 10 yıl içerisinde, o yok oluş bana öğretti ki zamanı gelmeden ulaşmaya çalıştığın çoğu şey, senin olmadan kayıp gider ellerinden.

Bir fındık zamanıydı. Babama nazlana nazlana vakti geçirdiğim günlerden biriydi. Dinlenmek için oturduğum ağacın dallarından sarkan armutlara ilişiverdi gözüm bir anda. Tam elimi uzatıp koparacakken babam uyardı: “Onun olması için bir aydan fazla zaman var kızım,” dedi.

Ben ise çoktan aklıma koymuştum. Görünüşü, boyutu, her şeyi tamamdı.

“Nasıl o kadar zaman daha ağaçta duracak? Çoktan zamanı geçmiş olur,” dedim içimden. Babamın yaşına yakın olan ağacın, babamla tecrübelerini paylaştığını düşünmeden...

Babamın arkasını dönmesiyle, dalından armudu koparmam bir oldu. Ardından bir ısırık ve dudaklarımda hissettiğim o sabırsızlığın pişmanlığı...

Haklıydı babam, olmamıştı bu armut!

Sabırsızlık neydi, öğrenmiştim ben…

İnsan hayatı da böyle değil mi? Zamanından önce topladığın meyve ham, zamanından önce söylediğin sözler havada kalır.

Velhasılkelam, zamanını beklemek güzel şey...