29 Mayıs 1453… Sadece bir tarih değil, bir çağın kapanıp yeni bir çağın açıldığı gün. Bugün, İstanbul’un fethinin 566. yıldönümünde, yalnızca bir askeri zaferi değil, medeniyetin yönünü değiştiren bir iradeyi anıyoruz.

Fatih Sultan Mehmet, henüz 21 yaşındaydı. Ama hayalleri, yaşıyla kıyaslanamayacak kadar büyüktü. “Ya ben İstanbul’u alırım, ya İstanbul beni” diyerek surların önüne geldiğinde, yalnızca Bizans’la değil, bin yıllık bir direnişle, tarih boyunca “fethedilemez” denilenle yüzleşiyordu.

1453 sabahı, surlardan yükselen ezan sesi sadece Osmanlı askerine bir zaferin müjdesi değil, insanlık tarihine yazılmış bir dönüm noktasıydı. İstanbul artık Doğu ile Batı’nın buluştuğu, kültürlerin kesiştiği, imparatorlukların kalbi olacak yeni bir medeniyet merkezine dönüşüyordu.

Bugün, fethin üzerinden 566 yıl geçti. İstanbul hâlâ ayakta. Surlar hâlâ ayakta. Ama ya biz? O irade, o vizyon, o kararlılık… Hâlâ içimizde mi?

İstanbul’u fetheden ruh, yalnızca bir şehri almakla kalmadı; ilimle, adaletle, hoşgörüyle yeni bir düzen kurdu. Ayasofya’nın camiye çevrilirken korunan mozaikleri, kiliselere dokunulmayan çan sesleri bunun en somut kanıtıydı. Fethin ardından gelen barış, aslında gerçek bir zaferin nasıl olması gerektiğini de dünyaya göstermişti.

Bugün bu kutlu günü anarken, Fatih’in mirasını yalnızca askeri başarılarla değil, kurduğu adalet anlayışıyla, bilim ve sanatla yoğrulmuş ufkuyla değerlendirmek gerekir. Zira onun hedefi sadece toprak kazanmak değil, gönülleri fethetmekti.

566 yıl sonra, bizler de bu mirasa layık olmanın yolunu aramalıyız. İstanbul’u anlamak, sadece geçmişe bakmakla değil, bugünü inşa etmekle mümkündür. Zira şehirler, kaleler değil; fikirler ve değerler ayakta kalır.

Unutmayalım: Fethedilen sadece bir şehir değil, insanlığın yönüydü.

29 Mayıs kutlu olsun.