Evet değerli dostlar! Yıl 1965 oldu: Biz okuyor hem de mollalığımız devam ediyor. Artık çevre köylerede Mevlütlere davetlere icabet etmeye başladık. 965 yılı ramazan ayı aralık ayının sonunda başladı. Fatsa Kabakdağı köyünde ikamet eden Anne Annem Ramazan ayından önce bize geldi ve babama " Bu sene teravih namazını kıldırma ya Süleyman'ı ben istiyorum" dedi. Babam da olur dedi. Bende ramazan arifesinde elbiselerimi toplayıp, Fatsa’nın yolunu tuttum. o köyde bir usul vardı, Teravih namazı sonuna kadar bir evde kılınmaz üçer gün nöbetleşe evler gezilerek kılınırdı. o esnada dayımda yeni bir ev yaptırıyordu. Onun için ramazanın ilk teravilerinin dayımın komşunun evinde kılınmaya karar verildi, Hiç unutamıyorum sünneti kıldım bekliyorum kimse kamet getirmeye kalkmıyor. Yani müezzinlik yapmaya adam yok. Kalkıp kamet getirdim yani hem müezzinlik yapıyor hem İmamlık yapıyoruz, ikinci akşam yine sünneti kıldık bekliyoruz, dayımın kapı komşusu ve akrabası Rahmetli Dursun dayı ayağa kalktı yarım yamalak kamet getirdi namaza durduk farzı kılıp selam verdim. Bizim dursun dayıda ses yok,kendisine baktım "eliyle yok " diye işaret verdi bir iki gece böyle devam ettik.Rahmetli babam marangozdu, dayıma yardım etmek için kabak dağına geldi. Artık baba müezzin, oğlu imam teravihe devam. Burada babamın ilk müezzinliğinde namazın peşinden Cemaate döndüm " Durun bakalım. Babam bir hafta burada kalacak" sonra dursun dayıya döndüm ve "Dursun dayı bak babam bir hafta sonra gidecek eğer sen bu bir haftada bu müezzinliği öğrenmez ve müeezzinlik yapmazsan ben babamla beraber Ünye’ye gideceğim, haberiniz olsun ben imamlık hem de müezzinlik yapamam" dedim. Bunun üzerine bizim Dursun dayı (Allah rahmet eylesin!) iki üç gün içinde Müezzinlik Yapacak duruma geldi.

O sene Kabakdağı köyüne Çorum'dan Yakup Baş isminde bir vekil imam tayin olmuş. Rahmetli Babam "Sen burada bir ay boş duracaksın, Ramazan boyunca git hocadan ders al" deyip beni hocanın yanına postaladı. Eh ne yapacaksın baba emri gittik hocanın yanına. Yakup hocayla hoş beşten sonra oturduk derse. Hocaefendi rahlenin gözünden bir kitap çıkardı. Baktım eski usul Arapça okuyanlar bilirler "emsile kitabı" açtı hadi bakalım nasara,yensuru.... dedim"Hocam ben bu dersleri geçtim ben izhar kitabına dayandım." dediysem de. "yok yok sen bu dersleri okuyacaksın" Biz başladık "Ettekrarü ahsen velevkane yükseksen" "Tekrar yüzseksen defada olsa iyidir) kabilinden okuduğum dersleri tekrar etmeye, bu arada etraftan bir iki kişi daha eklendi. Bu gelenler Kur'an'ı Yeni yeni söküyorlardı. Hoca bizi okutuyor arada sırada bana methiyeler düzüyor, Kabak dağında Kur'an kursu açacağını bu kursta okuyanların bir nişanı olacağını bu nişan sayesinde Türkiye’nin her tarafındaki talebelerin birbirlerini tanıyacaklar dan dem vurmaya başladı. Bana bir katkısı olmasa da dersler eğlenceli oluyor. Meğer hoca Süleymancı imiş. O zaman " Ben zavallı bir garibim ne anlarım Süleymancılıktan"

Teravih kıldırmaya devam Ramazanın on beşinden sonra mevlit okumaları başladı her akşam mevlit var. Benim dedemin teyzesinin oğlu vardı. Adı: İsmail idi fakat herkes ona "Hoca" derdi. Namaz kıldıracak kadar bilgiye sahip tatlı bir okuyuşu vardı evi dayımın evinden biraz uzak idi. Beni çok severdi bende ona dede diye çağırırdım. Her iftara onu da getiriyorlar. Birde evi dayımın evine yakın Bahri Özel diye biri vardı. Oda dayımın hanımının amcası idi onun da biraz mollalığı vardı. Tabi oda iftarlara mevlitlere geliyor. Yani İftarlarda Kabak dağına mash sus leziz yemekleri mideye indiriyor tervileri kıldırıyoruz. İsmail dede ve bahri dayı sayesinde müezzinlik sorunu da kalmadı yani artık yalnız değilim.

Evet, bugünlükte bu kadar. Selam ve dua ile hoşça kalınız.