“Sen kendi dünyanın toprağında büyüyorsun.”

Sezen bir kez daha kalbimizi göğsümüzün ortasına bırakıyor.

Ve ben düşünüyorum…

Herkes kendi toprağının çocuğuysa, neden bazıları çiçek gibi açarken, bazıları dikenle doluyor?

Hani toprağın suçu mu, tohumun talihi mi?

Kimi insan vardır, bir bakışıyla sarar seni. İçinden lavanta gibi bir şeyler sızar, fark etmezsin ama huzur verir. İşte o, güzel bir toprağın çocuğudur. Sevgiyle sulanmış, ilgiyle beslenmiş, güneşe doğru uzanmayı öğrenmiş.

Ama bir de vardır, sürekli tetikte. Güzel bir söz duyduğunda bile “Niye böyle dedi şimdi?” diye düşünür. Sevgi teklif edilince “Bana mı, neden?” der. Çünkü onun toprağına yıllarca diken ekilmiş. Sarılmak yerine susulmuş. Koşulsuzluk yerine şartlı sevilmiş.

Sen de böyle bir toprağın çocuğuysan, önce şunu bil!

Toprak kötü değildir. Belki susuz kalmıştır, belki kimyası bozulmuştur, belki üzerinde başkalarının ayak izleri vardır. Ama hhala senindir. Ve hala içinde yeşerecek bir şey vardır.

Toprak dediğimiz şey; biraz geçmiş, biraz alışkanlık, biraz da kader.

Ama işin en güzel yanı, sen artık büyüdün. Artık o toprağın sadece üstüne basıp geçmek zorunda değilsin. Eline küreği alıp kazabilirsin. Biraz kendini anlayarak, biraz geçmişi affederek, biraz da bugünü severek…

İnsan, kendine en son ev olurmuş. Ama olurmuş.

O yüzden, “Sen kendi dünyanın toprağında büyüyorsun” cümlesini bir ağırlık gibi değil, bir anahtar gibi taşı…

Kendi toprağını tanımayan, başkasının çiçeğini anlamaz.Kendi gövdene yabancıysan, kimseye sarılamazsın.

Ve unutma, bazen bir çiçek, sadece yerini değiştirince açar.