Hakikat…

Ne büyülü kelime değil mi?

Söylemesi kolay, taşıması zor.

Herkesin cebinde taşıdığı ama kimseninkinin birbirine benzemediği o meşhur “gerçek.”

Mesela biri “Gerçek budur” der. Bakarız, taş gibi savunur. Öyle sağlam anlatır ki, bir an tereddüde düşeriz “Acaba benim gördüğüm gerçek değil mi?”

Ama sonra bir başkası gelir, aynı güvenle zıt bir şey söyler. O da aynı kararlılıkla “Bu hakikattir” der.

Eee peki hangisi?

İşte orada başlar karmaşa.

Çünkü hakikat çoğu zaman evrensel bir kural değil, şahsi bir algıdır.

Yağmur gibi…

Aynı yağmur yağıyor ya hepimize.

Kimi balkonun camını kapatıyor, kimi pencereyi açıp kokusunu içine çekiyor.

Biri “Kahretsin, piknik yapacaktık” diyor.

Biri “Toprak suya kavuştu” diye seviniyor.

Ama işin ironisi şu;

Herkes kendince haklı.

Çünkü hakikat, yaşadığınla şekillenir.

Senin felaketin, başkasının mucizesi olabilir.

Senin son dediğine, bir başkası “iyi ki başlamış” der.

Demem o ki; “hakikat” dediğimiz şey biraz da kimin ıslanıp kimin şemsiye tuttuğuna bağlı.

O yüzden iddiayla “Gerçek budur” diyenlere dikkat edin.

Çünkü hakikatin en tehlikeli hali, tek kişilik zannedilmesidir.