Cüzdanımın içinde küçük bir ev taşıyorum aslında.

Babamın en yakışıklı hali, annemin sevgisi, kardeşlerimin sıcaklığı, dostlarımın gülüşü…

Hepsi orada, hepsi yanımda.

Sevdiğim insanların fotoğraflarını hala cüzdanımda taşıyacak kadar analog bir insanım. Üstelik bununla ilgili bir utangaçlığım da yok. Çünkü her fotoğraf, ağır ağır yaşlanan bir hatıra…

Her çizik bir yaşanmışlık. Başkaları için bir kağıt parçası olabilir, ama benim için sessiz bir kalabalık.

Bazen hesap öderken cüzdanımı açıyorum ve fotoğraflardan biri hafifçe düşüyor.

Garsona, kasiyere ya da yan masadaki insana garip gelebilir belki…

Ama bana o an hep aynı his geliyor;

İçimden gülüyorum.

“Ben siz varken nasıl yalnız hissedeyim?” diye.

Belki bu yüzden bu küçük alışkanlığı bırakamıyorum.

Dijital dünyanın her şeyin yedeğini aldığı bir çağda, ben yine de duygularımın yedeğini cebimde taşımayı seviyorum.

Çünkü oradakiler yüzlerini ekrandan değil, kalbimden gösteriyor.

Bir anlığına düşünüyorum;

Bu çağda hala böyle yapan biri daha var mı acaba?

Cüzdanını açtığında bir anda ailesi dökülen, sevdiği insanlarla göz göze gelince mahcup bir tebessüm eden, kalabalığını papirüs gibi katlayıp yanında taşıyan biri?

Umarım vardır.

Sevginin en eski haliyle…

En gerçek haliyle…

En yakınımda.