Gel otur…
Bugün sana içimde uzun zamandır taşıdığım bir şeyden bahsetmek istiyorum.
Hani bazı insanlar vardır ya, hayat boyu hep doğru yerde durmuş gibi görünürler…
Işık hep onlara vurmuş, rüzgar hep arkadan esmiş, suyu toprağı hep kıvamında olmuş…
Dışarıdan baksan dersin ki;
“Ne şanslı, ne düzenli, ne düzgün bir hayat…”
Ama işte, ben öyle birini tanıyorum.
Ben bu arkadaşıma pencere çiçeği diyorum.
Hikayesi göründüğü kadar pürüzsüz değil.
Ailesi yıllarca onu öyle titizlikle büyütmüş ki…
En iyi pencereye koymuşlar, en iyi güneşi almış, hiç susamamış, hiç üşümemiş.Her ihtiyacı görülmüş, her zorluğu daha doğmadan çözülmüş.
Ve o, bu ışığın içinde büyümüş.Haklı olarak da güzel açmış.Kırılmamış, yorulmamış, hep güvenli kalmış.
Sonra bir gün…
Ailesinden uzaklaştı.Evlendi.Hayat kendi düzenini düzenlemek zorunda bıraktı onu.
Ve işte o an…
O çok alıştığı pencerenin ışığı kesildi.
Sana yemin ederim, bunu görmek çok acıydı.
Çünkü mesele evlilik, uzaklık ya da değişim değildi…
Mesele, o güne kadar hiç kendi güneşini yaratmamış birinin, bir anda karanlıkla ne yapacağını bilememesiydi.
Psikolojide buna çok şey deniyor ama en basit haliyle söyleyeyim.
İçsel dayanıklılığı hiç çalıştırılmamış birinin, hayata çıplak ayakla çıkması…
Ve biliyor musun?
Böyle insanlar kırılgan oldukları için değil…
Hayat onlara zorlanmayı hiç öğretmediği için zorlanıyorlar.
Bu yüzden hep içimde bir cümle dönüyor.
“Çocuklarınızı pencere çiçeği gibi yetiştirmeyin.”
Bırakın biraz gölge görsünler.
Biraz rüzgar değsin yapraklarına.
Su geciktiğinde nasıl idare edeceklerini öğrensinler.Toprak taşlıysa nasıl kök salacaklarını kendileri keşfetsinler.
Çünkü gün geliyor, herkes kendi penceresini bulmak zorunda kalıyor.
Ve o zaman hayat kimseye özel bir ışık ayarlamıyor.
Kardelen tam burada anlam kazanıyor işte.
Onun çiçeği gösterişli değil belki…
Ama karın içinden kendi kendine çıkışı, işte ona herkesin duyduğu saygı oradadır.
Kimse onun çiçeğine değil, direncine hayran olur.
…Ve biliyor musun?
Hayat hepimizin önüne farklı pencereler koyuyor. Kimi parlak, kimi loş, kimi soğuk…
Ama kimseye “hazır ışık” garantisi vermiyor.
Bazen insan kendi ışığını kendi yakmayı öğrenmek zorunda kalıyor.
İşte tüm mesele de bu.
O yüzden istiyorum ki, kimse bir pencereye bağımlı büyümesin.
Kendi güneşini, kendi sıcaklığını, kendi toprağını kurabilecek gücü olsun.
Belki zor açar, belki geç açar ama…
Açtığında kendi emeği olur, kendi cesareti olur, kendi varlığı olur.
Ve belki de en önemlisi!
Hayat yerini değiştirince solmasın.
Çünkü en değerli çiçek, nerede olursa olsun kendini yeniden büyütebilen çiçektir.