Geçenlerde arkadaşımla balığa çıktık

Deniz çalkantılıydı, balık tutamadık.

Ama arkadaşlar teknede taze çay var diye çağırdı.

Oturduk, çayımızı yudumladık, deniz dolu bir sohbet ettik.

Kaptan yanımızdaydı;

az konuşan, ama sözünün ağır olduğu, yılların denizcisi.

Midem bulanmış, gözüm maviliğe takılmışken ona sordum;

“Ya Kaptan bu deniz tutmasına, mide bulantısına çözüm yok mu? Şifalı bir iksir falan?”

Kaptan güldü cevap verdi;

“Gözünü denizden çek.

Bakmaya doyamadığın şey, seni yoruyorsa,

ona bakmayı bırak.”

Sonra şöyle ekledi;

“Şimdi sana bonibon versem ve ‘bu iyi gelir’ desem, inanırsan geçer.”

İşte kaptan bana o gün iki şey öğretti;

Birincisi, seni rahatsız eden şey ne kadar güzel olursa olsun uzun uzun bakmamak.

İkincisi, inanmanın gücü.

Kaptan bonibon vermedi ama ben onun sözlerinden kendi iksirimi çıkardım.

Tekneden inerken midemdeki bulantının geçtiğini fark ettim.

Çünkü odak noktamı değiştirmiş, sohbetin güzelliğine öğrettiklerine inanmıştım.

Hayat çoğu zaman aynıdır.

Bakış açımız değişmedikçe, içimizdeki fırtına dinmez.

Ve çoğu zaman, iyileşmenin en güçlü yolu,

yönümüzü değiştirmek ve inanmakta saklıdır.