Geçen gün bir arkadaşıma küçük bir iyilik yaptım. Büyük bir şey değil, insani bir şey. O da bana dönüp, “İnan bir gün bunun karşılığını vereceğim,” dedi. O an üzüldüm. Ona değil, duruma değil, insanlığın geldiği noktaya üzüldüm.
Nasıl oldu da iyilik, borç hanesine yazılan bir kalem haline geldi?
Ne zaman, içten yapılan bir jestin hemen ardından “bunun bir karşılığı olmalı” refleksi gelişti?
Çünkü yaşadığımız dünyada artık bedelsiz hiçbir şey yok. Duygular bile fiyat etiketleriyle satılıyor. Sevgiyi gösterirsen, bir gün geri alırsın. Birine iyilik yaparsan, ileride bir şey istemeye hakkın olur. Öyle ki, sırf karşılıksız olduğu için gelen iyiliğe şüpheyle bakılır oldu.
Eskiden “İyilik yap, denize at” derlerdi. Şimdi “İyilik yap, dekontunu al” modundayız. Herkes bilinçsizce hayatı bir muhasebe defteri gibi yönetiyor.
Kim, kime ne yaptı, kim, kime ne borçlu? İyilik bile artık uzun vadeli bir yatırım gibi görülüyor. “İleride lazım olur” diye iyilik yapılıyor. O yüzden insanlar safça ve içten yapılan bir iyiliğe şüpheyle yaklaşıyor. “Bunu neden yaptı? Kesin bir gün benden bir şey isteyecek” diye düşünüyorlar.
Halbuki iyilik, yaptığın şeyi ticari bir ilişkiye dönüştürmemek. İnsanlara borçlu hissettirmemek. Çünkü gerçekten iyi olan, iyiliğin karşılığını istemez. Ve gerçekten minnet duyan, zaten yeri geldiğinde içinden gelerek karşılık verir.
Ama biz ne yaptık?
İyiliğe bile fiyat etiketi koyduk.
Bedeli hesaplanan bir dünya!
İlişkilerde de aynı mantık işliyor. Sevginin bile bir bedeli var. “Ben sana şu kadar ilgi verdim, sen de bana o kadar sevgi vereceksin.” Arkadaşlık desen, al gülüm ver gülüm. Kimse birinin yanında gerçekten, sadece orada olmak için durmuyor. Hep bir hesap, hep bir denge çabası.
O yüzden biri size bir iyilik yaptığında minnet duymak yerine borçlu hissediyorsanız, bir durun ve düşünün.
Belki de sorun sizde değil, bu çağın kodlarında. Ve belki de iyiliği gerçekten denize atmayı yeniden öğrenmeliyiz.
Kimse dekont istemeden...
Kalın sağlıcakla....