Siyasetin en tartışmalı meselelerinden biri de “parti değiştirmek.”

Bir siyasetçi, seçildikten sonra hangi çatı altında durmalı, hangi bayrak altında yürümeli?

Bana kalırsa bu meselenin cevabı çok net!

Etik değildir. Çünkü seçilmiş kişi bireysel bir figürden çok, bir partinin temsilcisidir. Sandığa gidip oy veren seçmen, o kişinin bireysel hikayesine değil, arkasında durduğu partiye güvenmiştir. Yani oylar, şahıstan çok partinin politikalarına ve ideolojisine verilmiştir.

Şimdi düşünün;

Seçildiniz, koltuğa oturdunuz, ama sonra “ben bu partiyle anlaşamıyorum” dediniz.

Peki seçmen?

Onun verdiği emanet ne olacak?

Onun oyu hangi terazide tartılacak?

Bu noktada yapılması gereken çok basit!

Eğer gerçekten partinizle yollarınız ayrıldıysa, istifa edip bağımsız kalırsınız. Veya sabredip görev süreniz bittikten sonra başka bir partiden aday olursunuz. O zaman da seçmenin karşısına çıkıp açıkça dersiniz ki;

“Ben artık buradayım, tercihim bu yönde. Bana hala güveniyor musunuz?”

İşte o zaman seçmen de bilinçli bir karar verir. Çünkü seçmenin onayı olmadan bir partiden diğerine geçmek, aslında seçmenin iradesine ipotek koymaktır.

Siyaset, kişisel hesapların değil, halkın iradesinin sahasıdır. O yüzden parti değiştirmek sadece koltuk koruma refleksiyle yapılırsa, geriye etik değil, sadece koltuk sevdası kalır.