Geçenlerde sosyal medyada önüme bir reels düştü. Çok basit ama insanı derinden yakalayan bir sorusu vardı.
“Mesleğini, yaşadığın şehri, unvanını söylemeden bana kim olduğunu anlat.”
Düşündüm. Çünkü ben kendimi tanıtırken hep en kolay cümlelere sığınırım;
“Şuralıyım, şu işi yapıyorum, şunu okudum.”
Ama bunların hiçbirinde ben yokum.
O zaman kimim ben? Sorusunu sordum kendime ve cevabım ;
‘’Ben, her şeyi öğrenmeye çalışan biriyim. İnsanların davranışlarını, ses tonlarını, hatta sustukları anları bile anlamaya çalışırım. Birinin gözlerindeki ışıltı bana saatlerce konuşacak şey verir. Çünkü bakmak bana yetmez, görmeye çabalarım.
Bazen bir kitaptaki cümleye takılırım, günlerce onun peşinden giderim. Bazen yolda yürüyen bir yabancının adımlarında, bana hiç söylemediği hikayeyi bulurum. Her ayrıntıda bir şey keşfetmeye çalışırım. Bu merak bazen yorucu olsa da aslında beni hayata bağlayan şey tam olarak bu.
Ben kolay gülerim ama zor kırılırım. Kırıldığımda da kimseye yük etmem, kendi içimde taşırım. Dışarıdan güçlü görünürüm, ama içimde sakladığım kırılgan yanımı sadece ben bilirim.
Samimiyet benim için çok önemlidir. Yapmacıklığı, yalanı hemen anlarım. Ama insanları suçlamak yerine, onların neden öyle davrandığını anlamak isterim. Çünkü inanırım ki, herkesin içinde anlatmadığı bir yara vardır.
Kısacası ben; etiketlerden ibaret olmayan, öğrenmeye doymayan, hayatı detaylarda bulan, kırılgan ama güçlü, meraklı biriyim. Belki de benim en belirgin özelliğim şu: Karşılaştığım her şeyden bir hikaye, bir ders, bir anlam çıkarırım.’’
O reels bana şunu hatırlattı!
Kendini tanıtmak, kartvizit okumak değildir. Kendini tanıtmak;
“Ben neyin peşindeyim?
Benim için ne değerli?” diyebilmektir.
Ve galiba ben, her şeyi öğrenmeye çalışan yanımla en çok “kendimi” anlatabiliyorum.