İnsan, çoğu zaman mutluluğu arzuladığını söyler ama mutlulukla karşı karşıya geldiğinde içine derin bir ürperti düşer.

Çünkü mutluluk, kendi içinde kaybı barındırır.

Mutlu olduğun an, aynı zamanda onun elinden kayıp gitme ihtimalinin başladığı andır. İşte bu ihtimal, bazı ruhlara mutluluğun kendisinden daha ağır gelir.

Ve böylece kişi, kaybetme korkusuyla hiç sahip olmamayı tercih eder.

Hegel’in diyalektiği burada bir ayna tutar bize.

Tez: Mutluluk arzusu.

Antitez: Onu kaybetme korkusu.

Sentez: Bu korkuya rağmen mutluluğu seçme cesareti.

Fakat insan çoğu zaman tez ile antitez arasında sıkışır,kendi diyalektiğini tamamlamadan yaşar.

Yani hayatı bir süreç olarak değil, bir yarıda kalış olarak tüketir.

Oysa hakikat, çelişkilerin içinden doğar. Mutluluk, mutsuzlukla sınandığında anlamlıdır. Sevinç, kaybın gölgesinde daha gerçek, daha derin bir hal alır. Eğer insan korkusuna teslim olup mutsuzluğu seçerse, aslında kendini hayattan eksiltmiş olur.

Çünkü mutsuzluk güvenlidir ama aynı zamanda hareketsizdir!

Büyümeye, dönüşmeye izin vermez.

Belki de asıl mesele şudur;

Mutluluk riskli bir yolculuktur ama mutsuzluk kesin bir ölümdür. Cesaret, mutluluğu seçmek değil, kaybı göze alabilmektir. Çünkü kaybın ihtimali olmadan, mutluluğun da kıymeti olmaz.

İnsanın varoluşuna en çok yakışan şey, korkuya rağmen hayatın davetine “evet” diyebilmesidir.

İşte o “evet”, hem mutluluğun hem kaybın, hem tez’in hem antitez’in üstünde, hakikatin ta kendisidir.