Son dönemde kulağımıza sıkça çalınıyor “Prenses erkekler”, “Red Pill erkekler”… Peki bu kavramların arkasında ne var?
“Prenses erkek” denildiğinde, aslında toplumsal rollerin tersine dönmüş hali kast ediliyor. Kadın, tarih boyunca güçlü olmak zorunda bırakıldıkça, erkekler de “ilgi bekleyen, şımartılmak isteyen, sürekli onay arayan” bir role kaymaya başladı. Yani bir zamanlar kadınlara yüklenen “prenses” rolü, bugün erkeklerin omzunda. Bu erkek modeli, sorumluluk almak yerine şefkat bekliyor, hayatın yükünü taşımak yerine ilgiyle ayakta kalmaya çalışıyor.
Öte yandan “Red Pill erkekler” var. Bu kavram, daha çok internet forumlarından ve maskülenlik üzerine yapılan tartışmalardan çıktı. Kendini “gerçek erkek” olarak konumlandıran bu tipler, kadın-erkek ilişkilerini güç oyunu üzerinden okuyor. Kadını sürekli manipülasyona açık bir varlık, erkeği ise hep kontrolü elinde tutması gereken bir “üstün tür” gibi görüyorlar.
Bir tür modern zamanın despotluğu…
İroni şu ki; iki uçta da aynı problem var!
Denge kaybı.
Bir yanda “prensesleşen” erkekler var, diğer yanda “despotlaşan” erkekler…
Kadınlar ise bu iki uç arasında, bir yandan hayata tutunmak için gücünü korumaya, bir yandan da kendini var etmeye çalışıyor.
Aslında bütün bu tartışmaların kökünde şu soru yatıyor!
Erkek kimdir? Kadın kimdir?
Eğer erkek, varlığını şımarıklıkla ya da baskıyla kanıtlamaya çalışıyorsa, kadın hep “güçlü olmak zorunda” kalacak. Ama erkek, ne prenses ne de tiran olduğunda sadece yanında durduğunda, işte o zaman kadın da gerçek kadınlığıyla var olabilecek.
Kısacası;
Prenses erkekler de, Red Pill erkekler de, toplumsal dengesizliğin semptomları. Çünkü kadının yıllardır sırtladığı yük, erkeği ya şımarttı ya da saldırganlaştırdı.
Oysa çözüm çok basit.
Erkek, erkek olsun; kadın, kadın.
Ne prenseslik ne despotluk…
Sadece omuz omuza yürüyen iki insan.